Marifet olan nedir?
Sevgili okurlar, marifet olan minimum üç çocuk sahibi mi olmaktır, yoksa marifet olan bir ineği minimum üç ineğe yükseltmek mi olmalıdır?
Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan herkesin bildiği, yaşadığı ve takip ettiği üzere, son yıllarda Türkiye’nin ana besin ürünleri olan buğday, şeker ve etini dahi ithal eder duruma düşürülmüştür.
Bu bir yönetim hatası veya zaafımıdır?
Bana göre, hayır!
Tarım ürünleri ve hayvancılıkta kendisine yeterli, ender ülkelerden birisi olan Türkiye’ye uygulanan bir oyunun sonucudur.
Bu durum, uzaktan kumandalı bir dış yönetimin amaçlarına uygun olarak, Türkiye’nin iç kaynaklarını bilinçli olarak kurutup, dışa bağımlı, piyon bir ülke haline getirmekten başka bir oyun değildir.
Biliyoruz ki, hiçbir konuda kendi öz teknolojimiz yok. Teknoloji üreten ülkeler arasında değil, teknoloji satın alan veya kiralayan ülkeler arasında bulunuyoruz.
Satın aldığımız veya alabildiğimiz teknoloji ise, gelişmiş ülkelerde daha ileri teknolojik gelişimleri üretilmiş, demode teknolojilerdir.
Türkiye, ekonomik açıdan gelişmiş ülkeler sıralamasında 17’nci sırada bir ülkedir. Ancak, ne kendi öz oto markasına ve teknolojisine sahiptir, ne beyaz eşya teknolojisine sahiptir, ne elektronik eşya teknolojisine sahiptir, ne de ülkesini korumak ve savunmak için kullandığı tankının, uçağının, helikopterinin, deniz altı ve üstü gemilerinin teknolojisine sahiptir.
Bu zavallılığımıza yıllardır alışığız da, bir gün buğdayımızı, şekerimizi ve etimizi dahi ithal edecek zavallılığa düşebileceğimizi hiç mi hiç düşünmemiştik.
Tarım ve hayvancılık sektörünün güçlülüğü ve kendine yeterliliği ile bilinen Türkiye, bu duruma asla düşmemeli, düşürülmesine asla izin vermemeli idi.
Her kim veya kimler, Türkiye’yi bu duruma düşürdü veya düşmesine göz yumdular ise, bir gün bu kişilerden mutlaka hesap sorulmalıdır.
Türkiye, yanlış stratejiler üreterek, tarımcılığı ve hayvancılığı can çekişir hale sokmayı başarmıştır. Yanlış dedim, lakin yanlış değil, bilinçli stratejiler üretildiği inancındayım.
Dikkat ediniz, son yıllarda yapılan işlerin hiç birisi milli çıkarlarımız ile bağdaşmamaktadır.
Örneğin: Ne “milli eğitim” kaldı, ne “milli savunma”, ne adalet ve hukuk, ne milli örf ve adetlerimiz, ne milli sanayi, ne tarım ve hayvancılık, ne sağlık politikası, ne sendikacılık ve ne de özgürlüğümüz kaldı.
Hayvancılıkta kendine yeterli olan Türkiye, artık Uruguay’dan büyük baş hayvan ithal eder duruma düşürüldü. O Uruguay ki, Türkiye’ye göre dünyanın öbür ucunda kurulu küçücük bir devlettir.
Sanki döviz bolluğu içinde yüzüyor muşuz da, döviz sarf edecek yeni alanlar bulmaya çalışıyoruz gibi komik bir durum var ortada.
Oysa, ihracatımızı artıracağız diye, turizm gelirimizi artıracağız diye, işçi dövizlerini yurda transfer edeceğiz diye, bir taraftan, bir yerlerimiz yıllardır yırtılmıyor mu?
Değerli okurlar, Türkiye ile Uruguay arasındaki bazı farklılıkları yansıtan aşağıda küçük bir tablo yaptım. Lütfen, rakamlar arasındaki farklılıklara bakınız.
TÜRKİYE URUGUAY
Yüz ölçüm : 814.578 km2 176.215 km2
Nüfus : 72 milyon 3.5 milyon
Büyükbaş hayvan sayısı : 10 milyon 13 milyon
Kişi başı milli gelir : 9.000 USD 13.163 USD
Ekonomik kalkınmışlık : Dünya 17’ncisi Dünya 50’ncisi
Kişi başına düşen inek : 0.07 3.71
Bu tablo hepimiz için bir yüz karası olmalıdır.
Yukarıdaki acı ve garip tabloya rağmen, bir devlet büyüğümüz, kameralar karşısına sık sık geçip; “…..minimum üç çocuk sahibi olun!.....” diye ailelere seslenebiliyor.
72 milyonluk Türkiye, bu gün kendi halkını besleyemez, gençlerini okutamaz, halkına iş bulamazken, nüfusumuz daha da artarsa ne yaparız? Ben bu soruya verilecek cevabı çok merak ediyorum.
O Devlet büyüğümüz ki, bir taraftan çocuklarını Türkiye’de okutacak maddi güce sahip olmadığını ifade ederken, diğer taraftan çocuklarının ABD’deki(!) eğitim ve ikamet masraflarını dostlarının(!) karşıladığını ifade etmiyor muydu?
O devlet büyüğümüz, büyük bir mevki sahibi olduğundan, kendisine yardım edecek çok dostlar bulabilir. Peki, gariban halkımız minimum üç çocuğunu hangi dost çevresi ile okutabilir?
Gariban halkımızın hatırı sayılır mevkileri ve zengin dostları yok ki, birilerinden yardım alabilsinler. Ne yazıktır ki, gariban halkımızın hatırı yalnızca OY vakti soruluyor.
Diyelim ki, gariban vatandaş minimum üç çocuğunu okutmayı bir şekilde başardı. Bu sefer çocuklarının karşısına iş bulma sorunu çıkıyor. Gariban vatandaşın çocuklarına iş bulma konusunda, o büyük devlet adamımız halkına bir vaatte bulunmadığı gibi, tam aksine; “...her üniversite mezunu iş bulacak diye bir kural yok!...” diyebiliyor.
Lakin, o yoksul, fakat büyük devlet adamımızın çocukları bir gün ABD’deki eğitimlerini bitirip, Türkiye’ye döndüklerinde, birisi hemen uluslar arası çalışan bir gemi sahibi oldu, birisi hemen pırlanta ticaretine girişti, (Oğlumuzun babası, pırlanta ticaretinden alınan vergiyi kaldırarak, oğluna; “yürü ya oğlum!” dedi) bir diğeri de büyük bir holding sahibinin oğlu ile evlenip, patroniçe oldu. (Kızımızın babası, evlilik hediyesi olarak damadına 750 Milyon TL, uzun vadeli, düşük faizli devlet kredisi buldu)
O yoksul devlet büyüğümüz ve ailesi, İstanbul’un tepesi Çamlıca’da, çift duvar korumalı, özel havuzlu, boğaz manzaralı, süper lüks, 5 villadan oluşan bir cennet mekana nasıl sahip oldular dersiniz?
O yoksul devlet büyüğümüz sık sık, her konuda; “…..Nereden nereye geldik…..”
derken, çok doğru söylüyor. O devlet büyüğümüzün bir zamanlar çocuklarını okutacak parası dahi yoktu(!) Hatta, birkaç yıl önce, maaşının kendisine yetmediğini Alman Başbakanına dert yanıyordu.
O yoksul ama büyük devlet adamımıza hiçbir vatandaş; “Sayın devlet büyüğümüz, bırak minimum üç çocuk sahibi olmayı, minimum üç çocuk okutmayı, minimum üç çocuğa iş bulmayı, biz günlük geçimimizi dahi sağlayamıyoruz” diyemiyor ki…
Sayın yoksul devlet adamımız! Marifet olan, minimum üç çocuk sahibi olmak değildir. Marifet olan, bir ineği minimum üç ineğe çıkarabilme başarısını gösterebilmektir.
İşte o zaman herkese iş de bulunur, ekmek de bulunur. Süt, peynir, yoğurt, et fiyatları ucuzlar, deri sanayi gelişir, halkın geçimi kolaylaşır.
Batılı gelişmiş ülke halkları, tüm zenginlik ve yüksek eğitim seviyelerine rağmen, ortalama 2 çocuk sayısında karar kılarlarken, gelişememiş ülkeler ve Müslüman ülkelerde fakirlik, yoksulluk, işsizlik ve eğitimsizliğe rağmen, nüfus çoğalmasına gösterilen rağbetin nedeni acaba nedendir? Bunun adı cahillik değil de nedir?
Şayet biz de, çocuk sayısını ortalama 2 de tutmayı başarabilseydik, şayet biz de, büyükbaş hayvan sayısını 1’den, minimum 3’e yükseltebilseydik, batılılaşmanın ve gelişmenin adımlarından birisini atmış olmaz mıydık?
Marifet; çok çocuk sahibi olmak değil, marifet; iyi insan yetiştirebileceğimiz, iyi eğitebileceğimiz, tatminkar bir iş veya meslek sahibi edinebilecek çocuk sayısına sahip olmaktır.
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: