Varşova’nın kalbinde Chopin
Varşova’nın kalbinde dahi bir müzisyen… Şehirde kaldığım aylar boyunca, caddelerinde yürürken duyduğum ezgiler hep ona aitti: Frédéric Chopin. Günümüzde kendisinin sanatsal yönünden etkilenen birçok kişi, bu ilgilerini Varşova’ya yaptıkları turistik ziyaretlerle taçlandırıyor. Ancak bir etken var ki, ziyaretleri daha da cezbedici ve ilginç kılıyor. Bu da, Chopin’in kalbinin Holy Cross adlı bir kilisede olması…
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küllerinden yeniden doğan şehir olan Varşova’da yaşadığım zaman müddetinde, fark ettim ki: Bu şehrin Frédéric Chopin ile özdeşleşen bir ruhu var. Şehrin en turistik yerlerinde dinlenmek için oturacağınız banklarda bile, kendisinin piyano esintilerini duyacağınız ses sistemini içeren tuşlar bulunmakta… Adına müzeler, caddeler ve birçok markalar atfedilmiş. Ancak, en çok ilgi çeken şey, kendisinin kalbinin Holy Cross adlı bir kilisede bulunması ve bu kilisenin ziyarete açık olması.
Polonya’da doğup büyüyen ve ilk bestelerini yapan Chopin, yaşamının son günlerini memleket özlemi içinde başka bir ülkede geçirirken verdiği vasiyette der ki: ‘Ben öldüğümde kalbimi Varşova’ya gömün’.
Bu denli epik bir sevgi karşısında hayran kalarak ve hikayenin aslını merak ederek soluğu bahsedilen kilisede aldım. Sizi kilisede bulunan kalbe götürmeden önce biraz Frédéric Chopin’i yakından tanıyalım.
Frédéric Chopin’in kalbinin bulunduğu Holy Cross Church Entrance (Warsaw/Poland)
Sanatın içinde kaybolan bir dahi olarak tanınan Frédéric Chopin, müziğin duygusal zenginliğini ve lirizmini romantik bir dokuyla işleyen unutulmaz bestecilerden biridir. Chopin’in hayatı, müziği ve etkileyici kariyeri, onun sadece bir besteci değil, aynı zamanda romantizmin özünde derin bir iz bırakan bir sanatçı olduğunu kanıtlar nitelikte.
Frédéric Chopin (d. 1810- ö. 1849)
Frédéric Francois Chopin, 1 Mart 1810 tarihinde Polonya’nın Zelazowa Wola kasabasında doğdu. Babası Fransız, annesi Polonyalı olan Chopin, müziğe olan büyük ilgisi ve yeteneği, erken yaşlarda fark edilince piyano dersleri almaya başladı. 7 yaşında ilk sahne deneyimini yaşayarak henüz genç yaşta bestecilik potansiyelini gösterdi. Varşova Konservatuvarı’nda eğitim aldı ve bu dönemde Polonya ulusal kimliğine ve halk müziğine olan sevgisi şekillenmeye başladı.
Chopin’in ilk sahne deneyimini yaşadığı Res Sacra Miser Binası (Varşova)
Müzikal dehasıyla Varşova’da tanınmaya başlayan Chopin, 1830 yılında Polonya’nın Rusya tarafından işgal edilmesi (Kasım Ayaklanması) üzerine Paris’e taşındı. Paris, sanatsal kariyerinin zirvesine ulaştığı yer olmuştur. Bu dönemde müziğinin romantik ve duygusal özellikleri ile büyük ilgi toplarken, kısa sürede aristokrat ve entelektüel çevrelerde tanınan bir piyanist ve besteci olarak ün kazandı.
Ömrünün büyük kısmını şöhretini kazandığı Paris'te geçirmesine ve klasik müzik literatüründe Fransız ismiyle anılmasına rağmen gönlü her zaman o dönem Rus işgali altındaki vatanı Polonya'da olmuştur. Zaten kendisinin bestelerini dinlerken onun memleket özlemini, hüznünü ve içindeki doldurulamaz boşluğu çok iyi hissetmekteyiz.
Sanat hayatı, duygusal derinliklerini romantizmin içsel dünyasıyla harmanlayarak büyülü bir müzikal doku yaratmasıyla öne çıkan Frédéric Chopin, özellikle piyano için yazdığı eserlerle, duygusal zenginliğini ve teknik ustalığını sergilemektedir. Chopin’in eserleri genellikle solo piyano formatında olup, piyano tekniğini ince ve zarif bir şekilde kullanarak duygusal ifadeyi doruklara taşır.
Painting of Frédéric Chopin and Friends (Fryderyk Chopin Museum in Warsaw)
Chopin’in sanatının merkezinde lirizm ve romantizmin duygusal yankıları bulunur. “Nocturne” adlı eserlerinde gece ve sessizliğin hissini, “Polonez”lerinde Polonya ulusal kimliğinin gururunu, “Scherzo”larında dramatik anlatımı ve “Etüd”lerinde teknik mükemmeliyeti yakalamıştır. Piyano üzerindeki ustalığı, eserlerinde duygusal bir renk paleti oluşturmasına olanak sağlamıştır. Chopin’in sanatı, romantik müziğin duygusal yoğunluğunu ve içsel keşifleri en saf haliyle yansıtırken, piyanonun potansiyelini de sınırlarının ötesine taşıdı. Kendisine hayranlık duymamak elde değil…
Varşova’da Bulunan Fryderyk Chopin Müzesinden Bazı Görseller (Sağdaki: 1830 yılına ait konser afişi)
Uzun yıllar Paris’te yaşayan ve 39 yaşında bir hastalık sebebiyle yaşamını yitiren Chopin’in ölümünden önce son isteklerinden biri kendisinin kalbinin Polonya’ya götürülüp orada yerel bir kiliseye gömülmesiydi. Kız kardeşi onun isteğini yerine getirerek kalbini Avusturya sınırındaki gümrükten, Rus sınır görevlilerinin yanından geçirip Polonya'ya soktu. Kalbi Varşova'daki Kutsal Haç Kilisesi'ne verildi ve yer altı mezarlarında saklandı. Yerel bir gazetecinin kalbi bir kutuda bulmasının ardından, 1879'da kilisenin üst kısmına taşındı ve bir sütuna gömüldü.
Holy Cross Kilisesi ve İç Kısmında Chopin’in Kalbine Doğru Yönlendirmeler
Chopin’in kız kardeşi Ludwika, 1850 yılının başlarında kalbi Paris’ten Varşova’ya tren yolculuğu eşliğinde getirmiştir. Ancak bu kolay bir yolculuk değildi. Chopin’in kalbini votka dolu bir kavanozun içine muhafaza ederek, eteklerinin altına saklamıştır. Ben bu hikayeyi duyduğumda oldukça etkilenerek Holy Cross (Kutsal Haç) Kilisesinde aldım soluğu. Kalbin uygun şartlarda cam bir fanusta sergilendiğini umarak heyecanla içeri girdim fakat Chopin’in kalbi Nazi döneminde de çalındığı ve sonrasında tekrar kiliseye getirildiği için son olarak tekrar kolonların arasında saklanmakta çare bulunmuş.
Frédéric Chopin’in Kalbi Bu Sütunların İçinde Bulunuyor…
Eğer bir sanat dahisi yaşadığı dönemden yüzyıllar sonra bile; ürettikleriyle, mentalitesiyle, geçirdiği hislerle var olup kendinden sonraki nesillere hem ilham verip, hem de kalbini ziyaret ettirecek kadar eşsiz bir hikaye yaratıyorsa bunun her anlamda yazılmaya değer olduğunu düşünüyorum. Frédéric Chopin’in arkasından bıraktıkları, Polonyalılar için hasret ve gurur; Dünya için ise sanat olmuştur. Chopin’in kalbi Varşova’da, ancak kendisi tüm dünyanın kalbinde…
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: