Türkiye’nin 9 bin yıllık Arkeoloji tarihini barındıran höyük: Yumuktepe
Yaz aylarının gelmesiyle ülkemizin her köşesinde başlayan arkeolojik kazılarla ilgili haberler arasında Mersin, Yumuk tepe kazı çalışmalarını yansıtan fotoğraflar bana, 2023 yılının Mart ayında yaptığım gezide Müftü Deresi’nin kıyısında yamacında ortaya çıkarılan üzerine serili brandalı tabakalar ile yapımına başlanan ‘Huğ Ev’in görüntülerini hatırlattı.
Mersin Müzesine tayin olduğum 1980 yılının sonbaharında başlayan ve 4 yıl süren çalışma hayatım boyunca, müzeci olarak bir kez gittiğim Yumuktepe Kazı Alanına, yıllar sonra bu kez gezginci olarak görmek için Hititolog Yaşar Ünü ile Mersin Müzesi önünde buluşup yola çıkıyoruz.
Mersin’in Demirtaş mahallesindeki kazı alanına dolmuşla giderken şehir dışına çıktığımızı ve uzun süren yolculuktan sonra ulaştığımızı hatırlıyorum, arabayla giderken. Kazı Ekibinde her yıl görev alan Yaşar bana yolu tarif ediyor. Bir yandan da,Yol boyunca Yumuktepe kazıları üzerine bilgiler veriyor.
İlk arkeolojik kazıların John Garstang tarafından 1937 yılında yapıldığı Yumuktepe’de, kazılara 2. Dünya savaşı yıllarında ara verilmiş. İstanbul Üniversitesinden Prof. Dr. Veli Sevin tarafından 1993 yılında yeniden başlayan kazılara, 2001 yılından sonra Prof. Dr. Gülgün Köroğlu tarafından Ortaçağ tabaklarının kazılarıyla devam edilmiş. Ortaçağ tabakalarından sonraki kazıları ise, İtalyan Lecce, Salento Üniversitesinden Prof. Dr. Isabella Caneva başkanlığında bir ekip kazıları sürdürmeye başlamış.
Yumuktepe Höyüğü’nde, MÖ 7000 MS 1300 yılları arasına tarihlendirilen 12 ayrı evre ve 33 fazla yapı tabakası bulunuyor. Arkeolojik tabakalarda Neolitik Dönemden Bizans Dönemi 13. yüzyıl sonuna kadar 9.000 yıllık bir tarihe ait buluntuların kazılarda ele geçirildiği bir yerleşim yeri, bu 23 metre yükseklikteki Tepe.
Kazı Başkanı İtalyan Prof. Dr. Isabella Caneva’nın yazdığı bir yazısında Türkiye’de neolitik dönemden ortaçağa kadar izlerini bırakmış bütün medeniyetlere ait buluntuların bu tek höyükte ortaya çıkarılması höyüğün en önemli özelliği olarak vurguladığını öğreniyorum. Ayrıca İç Anadolu, Suriye-Mezopotamya ve tüm Akdeniz ülkelerinin tarihini buluşturan bir höyük olarak da ayrı bir öneme sahipmiş.
9000 yıllık yiyecek üretimde tarımsal teknik ve uygulamaların gelişmesinin yaşandığı Yumuktepe’den, Batı Anadolu, Yunanistan ve İtalya’ya uzanmasında kilit bir rol oynamış.Deiz kenarında bir liman görevi görmüş, ancak Müftü Deresinin getirdiği alüvyonlu toprakla dolması sonucu 2,5 km deniz kıyısından uzaklaşmış. Soli’de ki limanın ön plana çıkmış.
Yumuktepe’de çıkarılan obsidiyen aletler, yüzeyi parlak ve siyah çanak çömlekler, çeşitli döneme ait seramikler, metal buluntular ile incir, zeytin, mercimek, buğday, bakla, nohut gibi arkeobotanik eserlerin Mersin Müzesinde ayrı bir seksiyonda sergilendiğini öğreniyorum, Yaşar’dan.
Mersin’in Arslan köyden doğan ve stadyumun yanından denize akan Erfrenk Çayı olarak da adlandırılan, Müftü Deresinin üzerindeki 6 köprüden kaçıncısından geçtiğimiz bilmiyorum ama bir köprüyü geçince, ‘geldik’ diyor, Yaşar. Bir zamanlar kontrolsüz akan Müftü Deresinin kıyısı setlerle çevrilmiş, kontrol altına alınmış. Bir zamanlar sedir ağaçları derenin akıntısıyla taşınıp, denize ulaştıkları yerde, gemilere yüklenip ihraç ediliyormuş. Taşkınların olduğu derede akan su azalmış, etrafı binalarla dolmuş, ağaçlarla kaplı Yumuktepe’nin bulunduğu dere kıyısı park haline gelmiş. Şehir büyümüş, bizim Yumuktepe adeta şehir merkezinde kalmış.
Arabayı park edip, Müftü Deresi’nin az da olsa akan suyu ile Yumuktepe’nin manzarasının fotoğrafını çekmek için önce dere yatağına ve kıyıdaki parka gidiyorum. Kazı alanına yöneldiğimde, Yaşar’ı yanında biriyle sohbet eder buluyorum. ’Bizim kazı alanın görevlisi, Ali Başkurt’ diyor Yaşar.
Ali Bey Yumuktepe’de kazılarda çalışıyor, diğer zamanlarda hem bekçilik yapıyor hem de gezenlere eşlilik edip bilgi veriyormuş, Bizans dönemi yapı kalıntılarından Hititlerden kalma kale duvarları ve şehir surlarına kadar bütün höyüğü gezdiriyor bize. Höyüğün tabanına kadar inilen yamaçta branda ile üzerleri örtülü ama yağmur ve rüzgarın parçaladığı yerlerde açığa çıkan duvar kalıntılarını da gösteriyor. Höyüğün girişinde fotoğraf çekerek aşağıya iniyoruz.
Höyüğe çıkan merdivenlerin girişindeki Yumuktepe Arkeoloji Parkı Projesi kapsamında, yapılmaya başlanan çatısı çatılmış çamurla sıvanmayı bekleyen tarih öncesinden günümüze ulaşan dal örme tekniğine sahip ‘Huğ Ev’in çatısı önünde fotoğraf çektiriyorum Yaşar ile. Kadirli’deki Huğ evler aklıma geliyor.
Ali Bey’e çay içebileceğimiz bir yer sorduğumda, kaldırım kenarında, bir seyyar el arabasında çay ve bir simit satılan çay ocağının, ağaç gölgesindeki taburelerinde kendimizi buluyoruz. Çay ve simit eşliğinde sohbet ederken, Ali Beyin emeklilik yaşının gelmesine rağmen, prim günü eksiği olduğunu, Ören yerine işçi olarak işe alınmasını diliyor.
Yumuktepe’ye yıllar sonra yaptığım geziden dönerken, Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin yanında Mersin’deki firmalarca yapılacak sponsorlukların hızlandıracağı kazılar ve restorasyon çalışmaları sonunda ortaya çıkacak Yumuktepe Arkeoloji Parkı’nın Mersin turizminin gelişmesine büyük katkı yapacağını düşündüm.
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: