Oteli satmadan bir gece önce
Senelerce uğraşıp didinip emek verip çalıştığımız otel satılmıştı…. Devir için uzun bir süre boş kaldı, misafir almadık, başıboş oteli bekledik. Süre bitti, bizim patron yarın sabah oteli yeni sahibine devretmeye gelecek ve son imzalar atılacak.
Günlerdir otelde çok canımız sıkılmıştı, her zaman olduğu gibi yine son gece de lobide toplandık, halı saha maçlarını özlemiştik. Ani bir kararla lobide tek kale maç yapmaya karar verdik. Lobimiz büyüktü. Neden olmasındı… Ortada toplanmış koltuk gruplarını ve sehpaları yanlara çekip orta alanı boşalttık.
Biri papyonu çıkardı gömleğin yakasını açtı, diğeri gömleğinin kollarını sıvadı pantolonun da sanki yerde çamur varmış gibi paçalarını sıvadı. Ötekisi iş önlüğünü çıkardı atletiyle kalmıştı ama olsun nasıl olsa misafir yoktu biz bizeydik… Hey gidi günler hey! Halı saha efsanemiz otel lobimizde geri dönüyordu...
Kötü bir espriydi, o güldü, biz gülmedik…
Aylardır otelden dışarı çıkamamaktan kilo alan arkadaşımı, ısınma hareketlerini yaparken pantolonun ağını yırtmıştı, onu kaleye koyduk. Minibarcı da “faul yapan olursa suratına hapşırırım” diye tehdit etti. Kötü bir espriydi, o güldü, biz gülmedik…
Aylardır hareketsiz kalan bellboy arkadaşımız ısınma hareketlerini yaparken kollarını kaldırdığında vücudu kitlendi kaldı, düzeltemedik. Mecbur maça öyle kolları havada devam edecekti.
Pandemi döneminde telli maske kullanmaktan kulakları kepçe olan arkadaşımıza artık “kepçe” diyorduk. O da halinden lakabından memnundu, yakışmıştı.
Bizim için sonun başlangıcıydı
Tatlı paslaşmalarla başlayan oyun bir süre sonra sertleşmeye başladı. Daha yeni başlamıştık ki Kepçe, çok sert bir şut attı, tavandaki avize büyük bir gürültüyle yere indi… Her yere yüzlerce avize kristali saçılmıştı.
Bizim için sonun başlangıcıydı. Bir an donduk kaldık, sustuk… Kimse konuşmuyordu... Şoka girmişti herkes… Ben sadece ağzımı açarak ellerimle ağzımı kapattım.
Kapıyı açıp koşa koşa istifa etip yurt dışına kaçmak istedi
Kepçe, kapıyı açıp koşa koşa istifa etip yurt dışına kaçmak istedi... Kaçmasına engel oldum… Diğerleri de kapıya doğru hareketlenince “durun… kimse kaçmasın!” diye bağırdım “Bu işte hepimiz varız. Cezasını hepimiz çekeceğiz.” diye bağırdım.
Eyvah eyvah… Patron sabah otele gelince bu duruma ne derdi, nasıl anlatırdık bilmiyorum…! Parçaları toplamaya ve tamir etmeye karar verdik. Çok fazla vaktimiz yoktu. Harekete geçtik. Önce avize kristallerini yerden arayıp bulmaya başlayacaktık. Gecenin o saati uhu bulamayınca tek tek selobantla yapıştırmaya başladık.
Patronu her an ensemizde hissediyorduk…
Her yer cam kırığı içindeydi. Üstüne üstelik temizlik yaparken köşedeki papağanın kafesi devrilmişti ve papağan uçup kaçmıştı. Çok önemsemedik daha önce de uçmuştu ve kafesine dönmüştü. Zaman kalmamıştı, hızlanmalıydık ve patronun bunu hissetmemesi lazımdı. En azından bir süreliğine.
Sabah olmak üzereydi biz halaa avize camı topluyorduk, çok iş vardı. Uykusuz ve yorgunduk… gözlerimizde kollarımızda derman kalmamıştı... Son saatlere yaklaşırken yorgunluk ve işten atılma, patron azarı korkusu birbirine karışmış, ellerimiz kollarımız daha da hızlanmıştı. Patronu her an ensemizde hissediyorduk…
İyi ki kapıyı kilitlemiştim yoksa kaçardı herkes…
Biri dedi ki avizenin yerine sallandırır bizi. Diğeri de yapıştırdığımız avize parçaları var ya... Sustu ve ekledi kolye, küpe yapar takar bize, kesin, tanırım onu... Papağan da bizle alay eder gibi bir oraya bir buraya uçuyordu. Yüreğimiz şişmişti. Avizeyi astık, etrafı temizledik, eşyaları yerleştirdik.
Sabah oldu, patron içeri girdi. Her zaman olduğu gibi yine telefonla konuşarak içeri girdi, lobide küçük turlar atarken bir yandan da kafayla selam verdi herkese. Bellboy arkadaşımız vücudu kitlendiği için kolları havada “hoş geldiniz” dedi. Ona tuhaf tuhaf bakarken papağan bellboyun havada duran ellerine kondu ve o kart sesiyle suçluyu işaret edercesine “kepçee… kepçee…” diye bağırmaya başladı.
Hepimiz sustuk, kimseden ses çıkmıyordu
Kepçe kıpkırmızı oldu ve “Kışşt kışşt…” dedi, papağan gitti. Hepimiz sustuk, kimseden ses çıkmıyordu yine. Bundan sonra daha ne kötü olay olabilir diye düşünürken, papağan suçluyu afişe ettikten sonra suç mahalli için avizeye doğru uçtu ve kondu. Yok artık…! Bu kadar da olamazdı. Dikkatini yukarıya avizeye doğru odaklayan patronun gözleri yukarıda kitlendi kaldı.
Avize her zamanki avize değildi büyük koca ihtişamlı yuvarlak avize yerine geriye küçücük gece lambası gibi bir avizeye kalmıştı ortada, o kadarını yapabilmiştik çünkü… Patron bunu anlayamadı ve bunu anlamaya hazırlanırken zaten eğreti duran avize, saniyelik bir olay ve papağanın da rüzgarıyla büyük bir gürültüyle yine yere düştü. Avizeyi papağanın düşürdüğünü zanneden patron, papağana avazı çıktığı kadar kızarak bağırdı.
O kızgındı ama ben sevinçten ağlamıştım haberim yok. O kadar sevinmiştik ki patronun üzerine atlayıp omuzlarımıza almak istedik, ama almadık…
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: