Oteldeki virüs kendini imha etti!
Önemli bir görev için tüm otel personeli lobide toplanmıştı. Koskoca otelde zaten toplam 5 kişiydik. Şüphelendiğimiz misafiri yok edecek, bu sorunu tamamen ortadan kaldırıp, tüm ülkeyi kurtaracaktık. Misafirin ismi Rona, soyadı KO.
Bunu hızlı hızlı tekrarladığımızda virüsün ismini bulan arkadaşımıza lobide ayakta bir kez daha teşekkür ettik. İş bitince de kendisine belge vereceğimizin sözünü verdik ama öncelikli görevimiz Rona Ko’yu yani KoRona’yı bulmaktı. Artık kaçacak hiç bir yeri kalmamıştı. Otelde en küçük deliğe kadar her yeri kapatmıştık. Heyecanlı ama bir o kadar da ürperticiydi.
SPA sorumlusu arkadaşımız bir sürü tuzak kurduğunu, bunlardan birine mutlaka yakalanacağını söyledi. Yüzme havuzunu boşaltıp yerine antibakteriyel jelle doldurduğunu, su deposunu kolonyayla doldurduğunu ve duşlara bağladığını, saunaya çuval çuval sumak, soğan ve sarımsak doldurduğunu söyleyince içimiz biraz rahatladı.
Karşımıza çıkarsa sıkarız diye basınçlı püskürtme aletlerine paça çorbası koyduk, hatta bazılarına da taze demlenmiş Türk çayı… Çok iyi hazırlanmıştık. Hiç kaçışı yoktu.
“Hadi beyaz tulumu giydin, şnorkel ve deniz gözlüğünü de takmışsın, ayağına niye palet giydin, ne alaka?” diye sordum. “Müdürüm set halinde satıyorlardı, ayrı vermediler, mecbur giymek zorunda kaldım. Hatta yanımdaki arkadaşa da palet kalmadığı için deniz simidi verdiler, gördüğünüz gibi...”
Zor bir görevdi ve bu görev bize düşmüştü... Mücadele etmekte kararlıydık.
Ekipten birisi “Eyvah eksik var… Hüsnü Amca… Teknikten Hüsnü Amca yok, 65 yaş üstü… ”diye haykırdı. İşte şimdi, heyecan bitmiş yerini korku ve endişe almıştı. Hüsnü Amca her işi yapan, on parmağında on marifeti olan, yaşına göre gençlere taş çıkartırcasına hiç durmadan çalışan, her sorunumuza ‘Hayır’ demeden koşuşturan, otelde herkesin sevdiği bir insandı. Aslında her otelde böyle birisi de vardır zaten, işleri sırtlayıp götüren. Herkesin derdini dinleyen baba gibi bir insandı. Bulmalıydık onu… En son teknik serviste bir şeylerle uğraşırken görülmüştü. “ Hüsnü Amca’yı kurtarmamız lazım “ dedi başka birisi.
Hep birlikte asansöre yöneldik, asansör hepimizi almadı, öttü… Birimiz çıktı, bekledik, yine öttü, bir kişi daha çıktı, yine öttü, en son ben kalmıştım, çıktım, yine öttü, arızalı olduğunu unutmuştuk. Zaman kaybettik, hızlı olmalıydık. “Merdivenlere, aşağıya” diye bağırdım. Paletle merdivenlerden zar zor koşmaya çalışan arkadaşımız düştü, önce o ulaştı teknik servis kapısına. Deniz simidi takana bir şey olmadı.
Hepimiz kapının önüne varmıştık. Kapı hafif aralıktı. İçeride Hüsnü Amca vardı ama başka bir şey daha vardı, inilti gibi duyulan garip sesler çıkaran bir şey… Dikkat kesildik, duymaya anlamaya çalışıyorduk. Çok korktuk… Hepimiz kapı aralığına sıralanmıştık. Beşimizin de soluğu kesilmişti. Sessiz olmalıydık. İçimizden birisi “AAaeyy …” diye bağırınca sessizlik bozuldu… Dilini gösterip korkudan dilini ısırdığını gösterdi. “tettiz olun, tettiz olun” dedi… Dikkatimiz dağılmamalıydı. Kapı önünden içeriye konsantre olduk tekrardan. “Yeğğden türüne türüne gifiip, turatına vuriim bir tane” dedi. “SSSuss..! “ dedim kızgınca, yine dilini ısırdı ama sustu. “İçerde kim olduğunu, ne olduğunu henüz bilmiyoruz” diye fısıldadım.
Tüm cesaretimizi toplayıp aralık duran kapıyı sonuna kadar hızlıca açtık. Ellerimizdeki basınçlı çayı ve paça konsantresini sese doğru yönelttik. Gözlerimizdeki o korkuyla birden içeri daldık. Zaman durmuş gibiydi. İçeride korkunç bir manzara vardı. Donduk kaldık. Bir an Hüsnü Amca’yla göz göze geldik.
Hüsnü Amca’nın karşısında ucube bir yaratık, yuvarlak kafalı, kafasının her yerinde vantuzları olan, vantuzlardan tıslaya tıslaya ses çıkaran bir yaratık… İşte oydu, resimlerinden tanımıştık. İnsan görünümüyle otele giriş yapmış, sonra da gerçek şeklini almıştı. Tam anlamıyla iğrenç bir görüntüsü vardı.
Masada Hüsnü Amca’yla karşılıklı sohbet ediyor, birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı. Neydi ki konu acaba?
Bizi görünce önce bir irkildi, sonra ellerimizdeki basınçlı aletlere bakıp, gülümsedi, sonra kahkaha atmaya başladı. Durmuyordu… Bakıp bakıp güldü… Gülerken katılarak ölseydi ya, ölmedi... Sonra birden durdu ve ciddileşti. Sessizlik oldu. Garip garip baktık. Ağlamaya başladı. Hem de hüngür hüngür, bağıra bağıra… Haydaa ruh hali de çok değişikmiş. Bizim psikolojimizi bozdu diyorduk ama onunki bizimkinden daha da kötüymüş. Tüh yahu, neye üzüldü acaba, neye gülmüştü acaba diye şaşkın şaşkın bakıp yine anlam vermeye çalışıyorduk, anlayamadık.
“Biz…” diye başladı, ağlayarak devam etti önceki yıllarda da gelmiştik buralara, Sars, Mers, Ebola, Deli Dana, Kene, Zika hepsi bizim arkadaşlarımız ve bir şeyleri yok etmek için gelmişlerdi. Onlar tam başarılı olamadılar, beni gönderdiler. Ama Hüsnü Amca’yla sohbet edince, benden önce daha zararlı virüsler olduğunu anladım. Biz sadece öldürürüz, ama bunlar ölmeden çoğalır, insanın ruhuna girip zehirlerler, merhamet ve acıma duygusu kalmaz, ego ve hırs beynini, ruhunu yer. Ben geç kalmışım benim burada görevim zaten kalmamış… Evinizde kalmaya devam edin, bir süre sonra yok oluruz biz. Siz diğer virüslere dikkat edin. Ne düzgün turist kalmış, ne turizm, ne de turizmci, bitirmişler, yok etmişler hepsini.
Dedi ve Hüsnü Amca’nın yanındaki dezenfekte bidonuna attı kendini…
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: