Mut’ta bizi 'Mutsuz' eden şey neydi?
Bu yıl mart ayını Mersin’de geçirdim. Akdeniz’i İç Anadolu’ya, Karaman ve Konya’ya bağlayan yolda bulunan Mersin’in en son ilçesi Mut'u ve Alahan Manastırı'nı görmek için Hititolog Yaşar Ünlü ile Göksu Vadisi'nin doğa güzelliğinde bir gezi yaptık.
Mersin Karaman karayolunda, Silifke’den itibaren Göksun Nehri'nin yarattığı doğanın bütün renkleri eşliğinde tırmanarak yol alıyoruz. Yaşar, ‘Antik dönemde Olbadan İç Anadolu’ya giden yol ile aynı güzergah’ diye bilgi veriyor. Bir ara aniden basıtıran doluya yakalanıp bir benzin istasyonuna sığınıyoruz ama bir süre sonra güneş kendini gösteriyor. Kısa molalar vererek yaptığımız yolculukta, Mut Kalesi kendini gösteriyor. Mut şehir merkezine girdikten sonra, 'Önce kaleye çıkalım' diyoruz.
Kaleye kuzey kapıdan girince, kuleye doğru yürürken sur ve burçların yapısı sağlamlığını günümüze taşımış olduğunu fark ediyorum. Kalenin dokuz tane burcu olmasına rağmen, bunlardan sadece dört tanesi günümüze gelmiş... Uzaktan her yerden görünen kulenin önüne gelip, Mut'u seyredenlerin arasına biz de katılıyoruz.
3 katlı kule çıkış kapalı olduğu için biz de önünde fotoğraf çektiriyoruz. Yapılış tarihi bilinmeyen kalenin yapı karakteristiği Karamanoğulları dönemine işaret ediyormuş. Gözetleme kulesi 14 yüzyılda yapılmış. Güneydeki kapı Kuyucu Murat Paşa tarafından, 1606-1611 Celali isyanları olduğu zamanda açılmış, o yıllarda yaşanan kıtlık nedeniyle bu kapıya da ‘Kıtlık kapısı’ denmiş.
Kulenin yanında ahşaptan yapılmış, ‘Ciğerci İsa’ tabelası asılı bir bina dikkatimizi çekiyor. İçerisinin Mut’un doğa ve tarihi zenginliklerini yansıtan fotoğraflarla donatılmış olduğunu görünce, bu renkli ortamda yemek yenir diyoruz. Kebabın hazırlanmasını beklerken Mut’u tarihine göz atıyorum.
Tarihi M.Ö.7000 yılan kadar gittiği Kilise Tepe Höyüğünde elde edilen buluntulardan ortaya çıkan Mut, Hititler zamanında M.Ö.2000’de Yenika adıyla kurulmuş. Daha sonra Frikler, Asurlular ve Selefkosların eline geçen Mut adını M.Ö. 60 yılından sonra Romalılar döneminde, bölgeyi yöneten Muts adlı kralından aldığı söylense de,bazı kaynaklara göre de, Luvi dilinde “vadi” anlamına gelen Mut isinden almış.
Claudiopolis (Mut), Roma imparatorlarından Claudios tarafından M.Ö. 41 yılında bir koloni olarak kurulmuş, Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla Bizanslıların eline geçmiştir. Abbasilerle Bizanslılar arasında el değiştiren Mut, 1071 yılından sonra, Selçukluların egemenliğine girmiş. 1277 yılında Mut, Karamanoğlu Mesut Bey zamanında Beyliğe başkentlik yapmıştır. 1466 ‘de Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı topraklarına katılmış. 1868 yılında ilçe olan Mut’ta, 1869 yılında belediye kurulmuş.
Kebabın yanında, közlenmiş biber ve soğan, ezme, yeşil salata ve şalgamdan oluşan muhteşem bir masada kendimize ziyafet çekiyoruz.
Kaleden çıkıp şehirde gezimize devam ediyoruz. Çoğunluğu tek katlı kimi betonarme, kimi taş binaların sıralandığı sokaklar ve caddelerin açıldığı, Cumhuriyet Meydanı ve çevresinde lokanta, kafe ve dükkanlar ile canlı bir ortam var. Şehrin merkezi burası. Meydandaki tarihi La’al Paşa camine giriyoruz. Lala paşa tarafından 1444 yılında kesme taşlardan yapılmış cami bahçesinde sivri külahlı 2 adet türbe var. Evliye Çelebi La’al paşanın mezarının bu türbelerin birinde olduğunu yazmış. Camiden sonra, karşısındaki, Kaleden bir dehlizle su kaynağına inildiği söylenen Çınaraltı Parkına geçiyoruz.
Kaynaktan çıkan suyun aktığı şelale havuz oluşturmuş. Söylenceye göre suyundan içen yedi sen sonra gelip bir daha içermiş. Biz de içiyoruz Karacaoğlan’ın elinde sazıyla yapılmış heykelini görüyorum. Kozan kent Müzesinin bahçesinde gördüğüm Karacaoğlan heykeli gözümün önüne geliyor. Toros dağlarında elinde sazı ile gezen ozana Mut’ta anıt mezar yapılmış.
Parkta Mut’ta bir han olduğunu öğrenince, adını handan alan Taşhan sokağına geliyoruz. Sokak Handa bitiyor. Kesme taşlardan yapılma Taşhan’a girdiğimizde, bir zamanların odalarında kafeler, hediyelik eşya, el dokuma ürünleri ürünlerin satıldığı dükkanların oluşturduğu renkli bir atmosfer karşımıza çıkıyor. Hanın içinde dükkanlar arasında küçük bir tur yapıyoruz.
Taze demlenmiş çay ve yöresel lezzet sıkmanın kokusu, bizi Çınar ağacının altında masaya oturtuyor. Sıkma börek ve çay molasında Taşhan’ın 1722 -1725 yılları arasında Hacı Sunullah Bey tarafından yaptırılmış olduğunu öğreniyorum. Yapı birbirine bağlı katırlık ve han olmak üzere 2 bölümden oluşuyormuş. Han bölümündeki 40 odanın ayrı ocağı varmış, konaklayanların hayvanlarına katırlık hizmet veriyormuş.
Uzun süre şehrin ‘pazarının kurulduğu alan olarak kullanılan Han günümüzde, Mersin Büyükşehir Belediyesince, kadın girişimcilere yöresel ürünler pazarı kurulması için tahsis edilmiş. Mut’a 20 km mesafedeki Alahan’a gitme zamanımız geldi deyip, Taşhan’dan ayrılıyoruz.
Evliya Çelebi'nin "Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor" diye anlattığı Alahan Manastırına gitmek için, Mut-Karaman karayolunda bir süre yol alıyoruz. Alahan manastırını gösteren levhadan sonra sisle kaplı bir dağa doğru tırmanıyoruz. Sisli havada ne denli fotoğraf çekebilirim düşüncesi ile yol alıyorduk. Yamaçta keçi sürüsü görüyorum. Kayalara oyulmuş mağaralar ahırları olmuş.
Yol bitince sisler arasında belli belirsiz yükselen yapılar görüyorum. Sise rağmen, ben yine de fotoğraf çekiyorum. Torosların ortasında,1300 m. yükseklikte olduğumuzu bilgilendirme levhasını okuyunca anlıyorum. Aşağısı görünmüyor. Bulutların üstünde olmak, ayrı bir duygu yaşatıyor.
Çıkan hafif bir rüzgarın sisi dağıtmaya başlamasına sevinip, manastırın binaları arasına iriyoruz. İyi düzenlenmiş yürüyüş yolundan en son doğu kilisesine ulaşıyoruz. Kısmen yıkık koruma altına alınmış kiliseden, Göksu vadisine manzara müthiş. Sis dağılıyor ve ben de fotoğraf çekememe kuşkusunun dağılma sevinci var.
Dağ yamacında teras şeklinde bir alana batı doğu yönünde yayılan Manastırdaki yapılar, M.S. 440-442 yıllarında yapılmış, orta çağda yenilenmiş. Geç roma dönemi dini yapılar kompleksi olan Alahan Manastırı, mağara kilise, bazilika planlı biri batıda diğeri doğuda olmak üzere 2 kilise, aralarında bir vaftizhane, doğu kilisesin arkasında bir hamam yapısından oluşuyor. Kompleksin inşaatında kullanılan taşlar dağ yamacından çıkarılmış, izler görülüyor.
Yapılar birbirine sütunlu yolla birbirine bağlanıyor. Kilise binalarının, Ayasofya Müzesi ile ortak mimari özelliklerini taşıyormuş. St. Paul ve Tarsus'ta yaşamış Hıristiyan öncülerinden Barnabas ile birlikte Hıristiyanlığı yaymak için yaptıkları yolculukta burada konaklamışlar.
Doğu Kilisesinden sütunlu yoldan dönerken Göksu vadisi ve uzaktaki Mut şehrine kadar bir manzarayı fotoğraflıyordum.
Mut’a döndüğümüzde, halk ozanı Musa Eroğlu’nun adının verildiği parka gitmek istiyoruz. Sorduğumuzda, Kalenin karşı yamacını tarif ediyorlar. Yamacı tırmanıp bir tepeye ulaştığımızda birkaç kişiye sorarak 20 dakikalık yolculuktan sonra yeni parkı buluyoruz. Yeni düzenlenmiş bir parkın girişinde ‘Musa Eroğlu Sevgi Parkı‘ levhası asılmış. Mut’lu ünlü halk ozanın adının şehir dışında uzak bir yerdeki parka verilmesi bizi şaşırtıyor.
Yaşar’la şaşkının bir şekilde birbirimize bakıyoruz. Karacaoğlan’ın ezgilerini ünümüze taşıyan ve yaşatan Musa Eroğlu’nun adının aslında, şehir girişindeki Karacaoğlan’ın heykelinin bulunduğu Çınaraltı Parkına verilmesi gerekirdi diye düşündük, Mut merkezine dönerken.
Mut’un ünlü zeytininden ve yeşilden sıkma zeytin yağından aldıktan sonra Mersin’e doğru dönüşe geçiyoruz. Kalesi, leziz kebabı, Taşhandaki Mut’lu kadınların kurduğu pazar yerindeki yöresel lezzetler ile el sanatları ürünlerin yaydığı huzur veren ortamı ile Alahan’daki Manastırındaki tarihi yerleri görmenin bize yaşattığı mutluluğu, Mut’lu halk ozanımızın adının şehir dışında uzak bir yerdeki parka verilmesinin bize yaşattığı şaşkınlığın gölgelediğini, yol boyunca hissettik. Mutsuzduk…
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: