Mesai saatleri dışında çalışanı otelden kovarım!
İstanbul’un büyük ve önde gelen beş yıldızlı otellerinden birisinde, yabancı bir Genel Müdür, sebebi ne olursa olsun mesai süresinin bitiminde oteli terk etmeyen çalışanların işten uzaklaştırılacağını belirtti.
Adil Gürkan
Genel Müdür- Uzun ve yoğun mu, normal ve başarılı mı?
Yanlış anlamayın.
Uzun sürelerle çok çalışmak mı, normal süreler ile verimli çalışmak mı, demek istedim…
Bir yöneticinin ekibini doğru zamanda, doğru işlere yöneltmesi ve belirlenen hedeflerin istenilen zaman içinde yakalanmasını doğru kabul ederdik bir zamanlar.
Zamanını iyi kullanan ve bir gününü en hakkaniyetli biçimde üçe bölen, kendisine, işine ve ailesine, dostlarına eşit zaman ayırmayı bilenin usta bir yönetici olduğunu düşünürdük.
Çağ değişti.
Daha doğrusu çağ geçmişe evrildi.
Şimdi bize taş devri gibi uzak gelen sanayi devrimi ve sonrasındaki vahşi üretim anlayışı tekrar egemen oldu sektörlerde.
Özellikle de otelcilikte…
Açalım…
Yüzyılın başlarında Max Weber’in bir saptaması idi; ‘Sıkı çalışma etiği Protestan toplumsal sorumluluk anlayışının bir parçasıdır.’
Bu gün, Genel Müdür diğer Genel Müdür’den, Yatırımcı diğer Yatırımcıdan daha uzun sürelerle işinin başında olmak zorunda hissediyor kendisini.
İyi de hayattan çalınan bu uzun mesai sürelerinin, işletmenin başarısına katkısı nedir?
Otelde, normal zamanın üzerinde geçirilen saatlerin bilançoya sağladığı katkılar ne orandadır ve değer mi?
• Giderlerin azaltılması?
• Verimliliğin arttırılması?
• Karlılığın yükseltilmesi?
• Rakiplere karşı rekabet avantajı sağlanması?
• Pazar hakimiyeti ya da daha fazla pay?
• Çalışanların işlerinde mutlu olması?
• Müşteri memnuniyeti oranının yükseltilmesi?
• Ekipmanın korunması?
• Geleceğe dönük projeler üretilmesi, hayata geçirilmesi?
• Kamuoyunda olumlu bir imaj elde edilmesi?
• Markalaşma?
İnsani ve makul süreleri aşarak Otelde zaman geçirmenin, yukarıda sıralanan Şirket beklentilerine katkısı ne olmuştur?
Kısmen kendi tercihi, kısmen de Otel Yatırımcılarının ve Şirket Yönetim Kurullarının gizli/açık baskısı ile Genel Müdürler hayatlarını Otellerde tüketiyorlar.
Yaşıyorlar diyemiyorum, tüketiyorlar…
Genel Müdürlerin, rakip Otellerdeki meslektaşlarına göre daha çok çalışmaları yönünde en azından manevi bir baskı görmekte oldukları söylenebilir.
Bana sorarsanız, gerçek ölçüt 31 Aralık tarihli bilançonun saf ve makyajsız verileridir.
110 Metre engelli yarışlarında tribünler yarışmacıların engeller üzerinden atlama stillerine alkış tutabilir. Ama, hakemler madalyayı 110 metreyi en kısa sürede koşanlara veriyor.
Artık Üst yönetimlerin performansını, yıl sonunda İşletmenin ulaştığı noktaya göre değerlendirme zamanı gelmedi mi dersiniz?
Yıl boyunca periyodik performans değerlendirmelerinin önemini yadsımıyorum.
Günlük veya kısa vadeli değerlendirmeler dikkate alınırsa, insanın bedensel ve zihinsel sınırlarını zorlayan bir hataya düşülür.
Bu yaklaşıma göre, ofisinde kendinden geçercesine çalışırken kalp krizi geçirmek bir övgü nedeni olabilir, yığılıp kalana ise madalya verilmesi gerekebilir.
Tuhaftır, zamanını iyi kullanan Genel Müdüre başta meslektaşları olmak üzere Yatırımcılar da kuşku ile bakıyor.
Evine gidiyorsa, eve iş götürmüyorsa, ailesine zaman ayırabiliyor ise, hatta bir öğle vakti gidip çocuğunu yuvadan/okuldan alıyorsa, garipseniyor ve potansiyel tembel suçlaması ile karşılaşma ihtimali doğuyor.
En tepeden en alttaki çalışana kadar, verimliliği esas alan görev tanımları oluşturabilen Genel Müdürlere negatif duygularla yaklaşıyor sektör.
İşleri ve bu işlerin gerektirdiği programları etkili bir tarzda delege edebilen Genel Müdürler teşekkür yerine eleştiri ile karşılanabiliyor.
Bir meslektaşımdan duymuştum yıllar önce. İstanbul’un büyük ve önde gelen beş yıldızlı Otellerinden birisinde, yabancı bir Genel Müdür, atanmasının ardından hiçbir şey yapmadan, bir hafta boyunca sadece çalışanları gözlemlemiş.
Bir hafta sonunda, kaydetmiş olduğu notlarına bakarak normal çalışma sürelerinden sonra da ofislerinde kalmaya devam eden şef ve müdürleri uyarmış.
Gelecek haftadan itibaren sebebi ne olursa olsun mesai süresinin bitiminde Oteli terk etmeyen çalışanların işten uzaklaştırılacağını belirtmiş.
Otelin, gerekçesi ne olursa olsun, çalışanların mesai dışında kalan zamanından bir dakikayı bile istemek hakkı olmadığını vurgulayarak hem de.
Haklı.
Doğuştan belli sınırlamalar ile gelen bir bedeni ve zihni aşırı zorlamak bir süre sonra geri dönülmez sorunlara neden olabiliyor insanda.
Zorla ya da gönüllülük temelinde insanın dinlenme ya da sosyal aktiviteler için değerlendirmesi gereken zamandan çalmak, Otele farklı faturalarla dönüyor sonuçta. Çalışanlar görevlerine odaklanmakta zorlanıyor.
Sabahları işyerlerine bir asık suratlılar ordusu sökün ediyor. Zaman yönetimi olanaksız hale geliyor.
Stres, saman kağıdında hızla yayılan bir mürekkep gibi sarıyor çalışanları. Ardından anlam verilemeyen bir personel kayıp hızı işletmeyi paralize ediyor.
İşin kötüsü bu hızlı personel kaybına sağlıklı bir teşhis konulamıyor.
Tüm ayrılma ve istifaların kökeninde ücret yetersizliği olduğu teşhisi konuluyor.
Ne derece doğru bilinmez. Ama istifa eden çalışanların başka tesise öncekinden çok yüksek ücretlerle başlamadığı da açık değil mi?
Sezon ortasında, yetişmiş ve tesisi tanıyan personelin/yöneticinin ayrılmasının yarattığı zaaf hizmet kalitesini düşürüyor. Müşteri hoşnutsuzluğu baş gösteriyor.
Tam bir kısır döngü…
Bu zaafı gidermek için, o ana kadar iş bulamamış personel işe başlatılıyor. Zaman kaybediliyor. Aslında, işyeri kalitesi büyük ölçüde, birbirini tanıyan, Otele bağlı personelin zevk alarak çalışmalarına bağlıdır.
Hatta olmazsa olmazlarındandır.
Bu dengeyi sağlamanın yolu, işin gerektirdiği süreleri hakkaniyetle saptamaktan geçiyor.
Kapılarınızdaki yıldızların içini, yöneticilerin bitkinlik ve tükenmişlik içinde tamamlayabildikleri uzun mesai süreleri değil, yapılan işlerin kalitesi doldurur.
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: