Kadirli’de Bir Müze: Karatepe Aslantaş Açık Hava Müzesi…
Kadirli’den bir kış günü Ülkemizin ilk Açık Hava Müzesi, Karatepe Müzesine doğru yola çıkıyorum. Çiğdemli, Yukarı Çiyanlı’dan sonra, uzaktan Baraj gölü görünmeye başlıyor. Baraj gölü manzarasına hakim tepelerde, sucuktan kebaba, balığa, menülerin yazılı olduğu panolar karşımda.
Kır kafeleri, lokantalar açılmış olduğunu görüyorum. Kış günlerinde kapalı, yaz günlerini bekliyorlar. Kız Yusuflu köyünde muhtarın işlettiği bakkal dükkanında bisküvi ve kuru gıdaları bulabildiğimizin dışında, başka alışveriş imkanının olmadığı, köy minibüsüyle Kadirli’den yiyecek getirttiğimiz aklıma geliyor.
Fidanlanmasına şahit olduğum orman alanının çeşit çeşit ağaç ve bitkilerle bezenmiş bir ormanın geçen yıl meydana gelen yangın sonrası kahverengiye, griye dönmüş hali hüzün vericiydi. Yanmış alanların temizlenmesi, odun ve tomruk çalışmasını yürüten işçilerin dışında kimse görünmüyor çevrede. Yoldan, Kız Yusuflu köyünün Cennetler mahallesine, Müzenin bulunduğu alana yaklaşınca, yangından kurtulmuş ormanı görünce seviniyorum. Milli Park piknik alanı ve Müzenin bulunduğu alanın yeşilliği hala canlı. Baraj gölünde su seviyesi oldukça geriye çekilmiş. Bir çiftçinin bu yıl yağış çok az oldu, kar yağmadı dediği aklıma geliyor.
Park alanından yürüyerek Müzenin giriş kapısına yıllar sonra yeniden geldiğimde, eski ahşap kulübede, bankta arkadaşlarımla oturup çay içtiğimiz anlar canlanıyor. Kadirli’de ilk kez 1973 yılında liseden arkadaşlarla piknik yapmak için gittiğim Karatepe Aslantaş Milli Parkındaki müzeyi, ziyaret etmeden döndüğümüzü hatırlıyorum. 1984 yılının son aylarında Mersin Müzesinden, Karatepe Aslantaş Açık Hava Müzesine tayinim çıkmıştı. Müzeyi gezmenin ötesinde, gelenlere refakat ederek gezdirmeye başladığım aklıma geliyor. Gelen ziyaretçilerin refakatçi eşliğinde gezmelerinin zorunlu olduğu müze alanında değişimler fark ediliyor. Ahşap kulübe gitmiş, yerine müzenin girişinde yeni bir betonarme kulübe yapılmış, kapalı müzenin bitişiğinde. Müze binasının giriş kısmına bazalttan yapılma heykeller konulmuş. Hem Aslantaş kalesi hem de karşı yamaçtaki Domuz tepe mevkiinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan çeşitli dönemlere ait küçük buluntular sergileniyor. 1946 yılından itibaren Bossart, Bahadır Alkım ve Halet Çambel ile kazı ekibinin yürüttükleri çalışmaları hikaye eden fotoğraf sergisi de bu müzenin belki de en ilginç köşelerinden biri köşesini oluşturuyor.
Adana’ya 130 km ,daha sonra Osmaniye’ye bağlanan Kadirli’ye 22 km uzaklıkta yer alan Aslantaş tepesindeki eserlerin ilk bulundukları alanda aynı yerlerinde korunması ve sergilenmesi amacıyla ülkemizin ilk Açık Hava Müzesi burada kurulmuş. Müze ve çevresindeki tarihi, kültürel ve doğal çevreyi korumak ve yaşatmak için 7715 hektarlık alan 1958 yılında milli park ilan edilen alandaki kalenin anıtsal kapıları ve surlarından oluşan Açık Hava Müzesi, eski binalaryla uyumlu küçük müze binasıyla daha da zenginleşmiş.
Müzedeki görevi meslektaşımdan artık refakatçi olmadan gezilebildiğini öğreniyorum. Her zamanki gibi Güney kapıya doğru tırmanıyorum. Güney kapısına geldiğimde, kapı girişinde yan yana sıralanmış panolar karşıma çıkıyor. Rölyeflerdeki sahneler resimleriyle beraber bilgiler İngilizce ve Türkçe veriliyor.
Ceyhan(pyramus) nehri boyunca güneydeki ovalardan İç Anadolu’ ya uzanan antik Akyol denilen Kervan Yolu üzerinde denizden 538 metre yükseklikte Geç Hitit dönemi, M.Ö 7. yüz yıldan kalma uç kalesinin anıtsal kapısındayım. Ceyhan nehri ve Kervan yolunun geçtiği yerde Aslantaş Baraj gölü var. Kalenin surları ve Baraj Gölünün manzarası harika.
Güneybatı ve kuzeyinden bazalttan yapılma aslan heykelleriyle süslü T şeklinde 2 girişi olan kale, kuzeyden ve güneyden gelen vahşi kavimlere karşı Adanava kralı Asitavatas tarafından yaptırılmış, Asur kralları 5.Salamonsor tarafından M.Ö725’da ya da Asarhoddon tarafından M.Ö 680 ‘da tarafından yakılıp yıkılmış.. Kalenin yaklaşık 1 km uzunluğundaki surları duvarları 2-4 metre genişliğinde 6 metreye yüksekliğinde ve her 20 metrede yer alan 26 gözetleme kulesi ile kervan yolu ve çevre kontrol ediliyormuş.
Güney kapıdan bazalt kayadan yapılma aslan heykelleri, sfenksler, rölyeflerin bir kısmı vadinin dibinden parçalanmış halde bulunup çıkartılmış olduğu için bulunabilen parçaları restore edilmiş, bazıları eksik görünümlü. Kapıdan geçip Fırtına Tanrısının heykelinden sonra, kalenin iç kısmında bulunan 2 saray binasının temel kalıntılarına gidiyorum. Kalıntıların etrafına güvenlik şeridi çekilmiş. Gezinti Güzergahı düzenlenmiş, ahşap hatıllardan yürüyüş yolları yapılmış ve korkuluklar yapılarak ziyaretçilerin rahatça yürümeleri sağlanmış. Yıllar önce patika halindeki gezinti güzergahında her kışın sonunda temizlik yapıp, düzenlediğimiz aklıma geliyor. Kuzey Kapıya giderken eski depo binalarını da görüyorum. Huğ kulübeyi görünce Kadirli’deki eskinin huğ evlerini hatırlıyorum. Bizim huğ evimiz başkaydı tabii.
Kuzey anıtsal kapı girişinin sağ ve sol tarafında bulunan odalarda bazalt kayalara oyulmuş, av sahneleri, ziyafet sahneleri, güneş tanrısı, Bereket tanrısı, adak ve dini merasimleri yansıtan rölyefler var. Palmiye ağacı altında ayakta, çocuğunu emziren kadın figürü dikkat çekici. Buradaki heykeller ve rölyefler güney kapısında yer alanlardan daha iyi durumda. Her iki kale kapısındaki Aslan heykelleri ve bazalt rölyeflerde Finike ve Hitit hiyeroglif yazıları yer alıyor. Aynı metni içeren yazıtlar sayesinde, Hitit hiyeroglif yazısı ilk defa burada çözülmüş.
Adanava Kralı Asativatas’ın konuşmalarını içeren metinlerde ‘Adanava memleketini gün doğusuna, gün batısına genişlettim. Komşu krallarla iyi geçindim, karşı koyanları ezdim. Bolluk ettim. Açları doyurdum. Silahlı erkeklerin gezemediği yerlerde genç ve güzel kadınlar kirmen eğirerek yalnız başına huzur içinde gezmelerini sağladım. Kim benim yaptığım kaleyi yıkar, kurduğum düzeni bozarsa, tanrı belasını versin. Yalnız benim adım ölümsüzdür, güneş ve ay gibi…’ sözleri dikkat çekiyor.
Müzeden ayrılıp, Piknik alanındaki park yerine geldiğimde, yeşillikler arasında uçsuz bucaksız gölün manzarasını seyre daldım bir süre. Yıllar öncesine göre iyi düzenlenmiş, piknik alanları, masaları, çocuk oyun parkı ve iskeleye bağlı bir gezi teknesi görüntüsüyle insana bir deniz ve sahil havasını hissettiriyordu.
1946 yılında bölgeye gelen ve yaşamı boyunca Karatepe ve Domuztepe’de çalışmalar yapmış olan Prof. Dr. Halet Çambel Hocamı ve eşi Nail Çakırhan’ı saygıyla andım. Halet Hocam ve kazı ekibinin üyelerinin arkeolojik sohbetlerine ve kazılara katılmanın heyecanını tatmış, unutulamayacak anılar biriktirmiştim. Nail Abi ile edebiyat dışında, her iki kapıya beton sundurma, kazı evi bina inşası ile başlayan ve Muğla’da yaptığı mimari eseriyle Ağahan Mimarlık Ödülü almasına giden mimarlık öyküsünü dinlemiştim. Buradaki inşaat çalışmalarında öylesine ince hesaplamalar yapmış ki, ölçülerin milim şaşmasına izin vermediği için, adı mimarlık dünyasında ‘Milim Nail’e çıkmış.
Kazılarda görev yapan Mersin Müzesinden arkadaşım Yaşar Ünlü, Akif Işık, Turan Kayabey ile kazı evinde ve ahşap kulübede unutulmaz sohbetler yapmıştık. Restoratör Murat Akman‘ın kırık onlarca parçaları birleştirme çalışmaları heyecan vericiydi. Akşam sohbetlerin bir yerinde kaybolur, kafasındaki bir parçayı nereye yapıştıracağını bulur, yapıştırıp gelirdi.
Yıllar öncesine göre iyi düzenlenmiş, piknik alanları, masaları, çocuk oyun parkı ve iskeleye bağlı bir gezi teknesi insana sahil kasabasının havasını hissettiriyor. Baraj gölünde yüzdüğüm günler aklıma geliyor. Kadirli ve çevresinin denizi de bu göl.
Anılara dalıyorum. Gölde oltayla balık avladığımız aklıma geliyor. Müzeyi gelen yerli ve yabancı ziyaretçilerden her meslek grubundan tanıdığım insanlarla yaptığım sohbetlerle farklı ülkeler, farklı kültürleri tanıma fırsatım olmuştu.. Hala görüştüğüm arkadaşlar ve dostlar edinmiştim. Yıllar sonra Almanya’da ziyaret ettiğim Hans ve Ursula’nın Lüneburg’taki evlerinin salonunda asılı balık tutan fotoğrafımızı görecektim. Müzeciliğin yanında turizmin içinde bulmuştum kendimi, adeta.
Anılarımdan bir gencin ‘hoş geldiniz hocam’ seslenişi ile sıyrılıyorum.Milli Park piknik ve mesire alanında büfe çalıştıran genç karşımdaki. ‘Emekli olan Bekçi Ahmet Türkmenoğlu’nun oğluyum, ben Zeki’ diyor. Bir süre anılardan konuşuyoruz.
Zeki ile vedalaşıp, çalışma arkadaşlarımdan en kıdemlisi Ömer Karaca’nın çayını içmek için, Cennetler Mahallesine yola çıkıyorum. Ömer’i her zaman ki gibi dinç bulmak, yıllar öncesine uzanan anılarımızı tazeleyen sohbetimiz ikimizi de sevindiriyor.
Her yerde olduğu gibi, gençlerin çoğunun şehirlere gitmesiyle, köy adeta boşalmış gibi, canlılığından eser kalmamış olmasının hüznüyle Kadirli’ye doğru yola çıkıyorum.
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: