Hızlı Trenle Konya’da 6 saat...
Eskiden Ankara’da yakınlığı vurgulamak için olsa gerek ‘Konya Git, Gel 6 Saat …’ derlerdi. Şimdilerde ise Ankara - Konya arasında YHT seferlerin başlamasıyla bu deyiş tarihe karışmış görünüyor.
Adil Çulhaoğlu
Geçtiğimiz aylarda bir Pazar günü YHT ile Konya’ya gidip Mevlana Müzesi’ni ziyaret etmek istedik ailece. Geç Pazar kahvaltısından sonra vardığımız Ankara garında ilk tren için bilet bulabilmemize seviniyoruz, dönüş için yer olmamasına aldırmadan, dönüşü de otobüsle yaparız diyerek, gidiş biletlerimizi alıp, perona yöneliyoruz. Gar’da YHT yolcuları için peronda kontrol noktasının bulunduğu özel bir alan ayrılmış, vagonlara bu alandan geçilerek biniliyor. Bize Brüksel’deki Londra’ya giden Eurotrain’e binmeden önce geçilen özel alanı hatırlattı.
Vagonda koltuklarımıza yerleşip, günlük gazeteleri karıştırırken çay-kahve servisinden aldığımız kahveleri yudumladık. Polatlı’yı geçerken şehitlik uzaktan görülebiliyordu. Nedendir bilinmez trenin 2 kez durup beklediğini fark ettik. Her ne kadar bir yolcunun telefon konuşmasında yavaş trenle geliyorum’ dediğini duysak da, Konya Garına vardığımızda gecikme 7 dakikayı bulmadı.
Konya Garında Belediyenin danışma bürosundan şehir planı alıp,dolmuş ve otobüs olmasına rağmen,Konya’nın Merkezi konumundaki Alaaddin Tepesine doğru yürümeye karar veriyoruz. Rotamız Ferit Paşa, Atatürk Caddesi, Alaaddin Bulvarı, Mevlana Bulvarı üzerinden Mevlana Müzesi’ne ulaşmak. Gar Meydanı geniş bakımlı, demir yolları misafirhanesi olarak kullanılan tarihi bina oldukça etkileyici; Feritpaşa Caddesi boyunca sadece dut ağaçlarının varlığı dikkatimizi çekiyor. Atatürk Caddesi, Alaaddin Bulvarı, Mevlana Bulvarı ve diğer caddelerde ise çınar ağaçları var.
Konya Lisesi, Olgunlaşma Enstitüsü binaları gibi, tarihi binalar arasında yürürken ilk durağımız, Atatürk Müzesi’nin bulunduğu konağa giriyoruz.1912 tarihli 2 katlı bina 1928 yılında Atatürk’e Konyalılar tarafından hediye edilerek tapuya kayıt edilmiş, 1940–1963 yılları arasında Vali Konağı olarak kullanıldıktan sonra müzeye dönüştürülmüş. Atatürk’ün Konya’yı 1920 ila 1937 tarihleri arasında 13 kez ziyaret etmiş olduğunu öğreniyoruz. Mimar Muzaffer Bey tarafından Selçuklu dönemi taç kapıları gibi tasarlanmış içinde Atatürk Anıtı’nın bulunduğu Ziraat Abidesi Parkını geçerek, Alattin Tepesi’ne ulaşıyoruz.
Mevlana Müzesi ve Sultan Selim Camii’nin yer aldığı meydana vardığımızda, gişe önünde uzun bir kuyrukla karşılaşıyoruz. Mevlana Dergahı’nın bulunduğu bu alan Selçuklu Sarayının Gül Bahçesi iken Sultan Alaeddin Keykubad tarafından Mevlana’nın babası Sultanül Ulema Bahaeddin Veled’e hediye edilmiş. 1231 tarihinde vefat eden Sultanül Ulema bugünkü yerine defnedilir. Sevenleri Mevlana’ya babasının mezarının üzerine bir türbe yapılması için müracaat ederler ancak, o ’Gök kubbeden daha iyi türbe mi olur diyerek bu isteği ret eder. Mevlana 1273’de vefat edince Mevlana’nın oğlu türbe yaptırmak isteyenlerin isteğini kabul etmiş. Kubbe-i Harda (Yeşil Kubbe) denilen türbe 4 fil ayağı (kalın sütun üzerine) inşa edilmiş, mimarı Tebrizli Bedrettin’dir.
Türbeye giriyoruz. Herkes sessizce sıra halinde sandukaların önünde dua ediyor. Mevlana ve oğlu Sultan Veledin mezarları 2 bombeli mermer sanduka Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1565 yılında yaptırılmış. Hanımlara ait sandukalarda sikke konulmamış,
Türbede 55’i Bahaddin Veled’in soyundan gelenlere 10 Mevlevilikte makam sahibi olanlara ait mezarlar var. Daha sonra Semah ve Mescit bölümüne geçiyoruz. Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılmış. ‘Ben öldükten sonra ah vah edip ağlamayın Ney, Kadüm, tef çalmak niye. Zira ben ölmüyorum sevdiğime, Allahıma kavuşuyorum. Ölüm gecesi değil, düğün gecesi ‘diyen Mevlana’nın ölüm günü ‘Düğün ve gelin gecesi anlamına gelen Şeb-i Arus törenleriyle kutlanıyor. Soğuk olmayan güzel havalarda sema ve eğlenceler bahçedeki havuz etrafında yapılırmış. Türbeden çıkıyoruz.
Dergah’ın ön avlusuna yöneliyoruz. Avluda batı ve kuzey yönünde her birinde küçük bir kubbe ve baca bulunan 17 hücre yer alıyor. Bu hücreler, 1584 yılında Padişah 3.Murat tarafından dervişler için yaptırılmış, girişin sol tarafındaki 2 hücrenin postnişin ve mesnevinan hücresi olarak orijinal eşyalara sahip olduğunu öğreniyoruz Diğer hücrelerde pazarcı maşası, nutteka, nefir gibi hücrelerde dergahtan nakledilen eserler sergileniyor.
Müze alanı çok iyi düzenlenmiş, güllerle bezeli bir park haline getirilmiş, 18.000 metre karelik büyük bir alan. Ziyaretçiler için kafeteryaların da bulunduğu dinlenme alanları oluşturulmuş. Güllerle kaplı Mevlana türbesi ile 17 derviş hücresinin bulunduğu ziyaret edip alandan ayrılanlar o dönemi yaşıyorlardı adeta.Selimiye Camii’nin bulunduğu meydana yeniden döndüğümüzde, havanın karardığını fark ediyoruz.
Konya’ya gidip de, etli ekmek,tandır kebabı, tatmadan dönmek olmaz diyerek, meydandaki restoranlardan birine dalıyoruz. Lokanta’dan 2 ayrı lezzet keşfederek ayrılıyoruz. Arapaşı çorbası ve Saçarası tatlısı... Beraberimizde götürebilecek anılarımız yanında hediyelik eşya satan dükkandan kendimize küçük heykelcikler alırken bir paket Konya şekeri de ilave ediyoruz.
Mevlana Meydanından kalkan dolmuşlara binip otobüs terminaline doğru yola koyuluyoruz. Çok geniş bir alanda kurulu terminalde otobüse binip Ankara’ya dönerken birbirimizle konuşmuyoruz.. Gezinin hazzı ve büyüsünün bozulmasını istemiyorduk belki de 6 saat sonunda…
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: