Gürültü kirliliği tolere edilemez boyutlarda…
Türkiye’de başıboş ve denetimsiz olduğu kadar, gürültünün her türlüsünün, 24 saat serbest bırakıldığı ikinci bir ülkenin varlığına rastlamak çok zordur. Ülkemizin her köşesinde yıllardır süregelen gürültü anarşisini hangi kurumun, ne zaman ve nasıl frenleyeceği, halkımız arasında yıllardır konuşulan ve yakınılan bir konudur.
Türkiye’de yıllardır yapıla gelmekte olan, her türlü gürültünün boyutları, artık halkın tahammül etme, hoş görme, sabretme hudutlarını çoktan aşmış durumdadır.
Gürültü anarşisinin frenlenmesi ile ilgili yasanın, “Çevre ve Orman Bakanlığı”’nın “Çevresel gürültünün değerlendirilmesi ve yönetimi yönetmeliği” başlığı altında, kısmen de olsa, nihayet denetim altına girebileceğini öğrenmek, gürültülerden yılmış halkımız için çok sevindirici olmuştur.
Sevgili okurlar, bakınız kaç türlü gürültü anarşisi ile karşı karşıyayız:
1) Komşu gürültüsü, 2) Klakson gürültüsü, 3) Oto müziği gürültüsü, 4) Egsoz gürültüsü, 5) Motorsiklet şovu gürültüsü, 6) Eğlence lokalleri gürültüsü, 7) Havai fişek gürültüsü, 8) Asker uğurlama gürültüsü, 9) Semt pazarları gürültüsü, 10) Motorize pazarcılar gürültüsü, 11) Maç kutlama gürültüsü, 12) Düğün salonu ve konvoyu gürültüsü, 13) Seçim propagandaları gürültüsü, 14) Tabanca gürültüsü, 15) Trafik gürültüsü, 16) Şantiye alanı gürültüsü, 17) Hava trafiği gürültüsü v.s.
Yukarıdaki gürültü türlerine eklenebilecek daha nice gürültü türleri olduğunu ifade edebilirsiniz. Bu kadar gürültü çeşidinin olduğu bir ülkede, huzur içinde ve stressiz olarak nasıl yaşayabiliriz?
Hükümetin çıkardığı son yönetmeliğin içeriğine, eğlence yerlerimizdeki bazı restoran, bar ve disko sahiplerinin şiddetle karşı çıktıklarını bir süredir hep beraber hayretler içinde izliyoruz.
Yönetmeliğe karşı çıkan işletme sahipleri, çıkardıkları gürültünün savunmasını yaparken, turizmi ve turistleri de kullanma eğilimindeler. Yok turizme hizmet ediyorlarmış, yok turist ülkemize eğlenmeye geliyormuş falan, filan…
Gerçekten turizme ve turistlere hizmet götürmek isteselerdi, yaptıkları işletmeciliği yerleşim alanlarının ortasındaki açık alanlarda değil, soğutma sistemli, kapalı mekanlar içinde yaparlardı. Turizme ve turistlere yapılacak, çağdaş ve gerçek hizmet ancak böyle olur.
Bin kişi, “yüksek ritimli ve yüksek volümlü müzik ile eğlenmek istiyor” ve “biz turizme hizmet ediyoruz” diye, yüz binlerce kişiyi saatlerce rahatsız etmeye, uykusuz bırakmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.
Tuzu kuru, şımarık ve şaşkın bin kişi eğlenecek ve işletmeciler bu değirmenden para kazanacak diye;
- Sıcak yaz günlerinde kimse evinin balkonuna çıkıp oturamayacak mı?
- Kimse odasının penceresini açamayacak mı?
- Kimse evinde, kendi sevdiği müziği dinleyemeyecek mi?
- Kimse bir haber dinleyemeyecek, bir oturum izleyemeyecek mi?
- Kimse evinde bir film izleyemeyecek mi?
- Kimse evinde yakınlarını davet edip, sohbet edemeyecekler mi?
- Kimse evinde bir şey okuyamayacak mı?
- Kimse kafasını dinlendirme olanağını bulamayacak mı?
- Kimsenin yorgun olma hakkı yok mudur?
- Kimsenin rahatsız olma hakkı yok mudur?
- Kimsenin uyuma hakkı yok mudur?
- Kimsenin evinde intimite yaşamaya hakkı yok mudur?
Diğer taraftan;
Ülkemizdeki işsizlik sıkıntıları had safhada iken,
Yoksullar ve fakirler boğaz derdine düşmüş iken,
Ülkenin doğusundan batısına kadar her yerde savaş çığlıkları atılırken,
Küresel ekonomik çalkantılar ve iflaslar süregelirken,
Yaşam alanlarının ortasında, üstü açık mekanlarda, sabahlara kadar, yüksek ritimli, yüksek volümlü müzik çalıp, “Ben turizme ve turiste hizmet veriyorum” diye, halkı rahatsız etmenin, halkı tedirgin etmenin, halkı sinirlendirmenin, halkı uykusuz bırakmanın ne anlamı vardır?
Ülkemize gelen turistler, ne yüksek ritimli ve nede yüksek volümlü müzik dinlemeye geliyorlar. Ülkemiz tatil kentlerinin hiç birisi; Monte Carlo, Las Vegas, Paris, Saint –Tropez, Cannes gibi eğlence kentlerinin alt yapısına sahip değiller. Ayrıca, turistlerin geldiği ülkelerde, eğlencenin, müzik hollerin, diskoların da alası olduğu herkesçe bilinmektedir.
Ayrıca, yukarıda değindiğim yabancı eğlence merkezi kentlerde, civar halkı rahatsız edecek bir gürültü de yapılmamaktadır. Herhangi bir şikayet durumunda, ciddi yaptırımlar söz konusu olmaktadır.
Ülkemize gelen turistlerin orta ve ortanın altı halktan insanlar olduğunu ve bu turistlerin ülkemize gelme nedenlerini de çok iyi biliyoruz. Bu nedenler: Tatil yapmak, dinlenmek, güneşlenmek, denize girmek, tarihi yöreleri ve müzeleri dolaşmak, rehabilitasyon, emeklilik günlerini geçirmek ve ticaret amacından kaynaklanmaktadır.
Sayın restoran, bar ve disco işletmecileri, siz her gün yatıp kalkıp, yasa çıkaranlara dua edin ki, yasa çıkaranlar; işletmelerinizin geceleri saat 24.00’e kadar gürültü çıkarmaya devam etmesine göz bile yummaktalar. Bu göz yumma olayı, gelişmiş batı ülkelerinde rastlanmayan istisnai bir durumdur. Yani, şarklılık durumudur.
Uygar bir ülkede, uygar bir ilke olarak, yaşam alanlarının içinde, halkı rahatsız edecek, üstü veya pencereleri açık bir mekanda, yüksek volümlü, yüksek ritmli müzik yapan hiçbir işletmeye, saat gözetilmeksizin çalışma izni verilmez.
Çıkarılan yeni yasa, kesin çözüm yasası değil, kanserli yaraya merhem sürme yasasıdır.
Gürültüden yılgın bir kentli ve turizmci olarak, artık çok ciddi boyutlara ulaştığını gördüğüm, başka bir gürültü anarşisini daha yukarıdaki listeye ilave etmek istiyorum. Bu anarşinin kaynağı, maalesef, minarelerimizden gelen çok yüksek hoparlör sesi gürültüsüdür.
Değerli müezzinlerimiz ezan okurlarken, hoparlörlerin sesini son hadlerine kadar açıp, adeta, duyma özürlü vatandaşlarımızın da duymalarını sağlamaya çalışıyorlarmış izlenimini veriyorlar.
Değerli müezzinlerimiz, 365 gün, günün 5 farklı saat diliminde, kenti adeta bir savaş alanına çevirdiklerini fark etmiyorlar mıdır? Bunun adı da gürültü kirliliği değil midir? Bu da bir türlü anarşi değil midir?
Düşünün, İstanbul camilerinde genelde minimum iki minare vardır. Her bir minarede iki şerefe bulunmaktadır. Her bir şerefede minimum 4 yüksek ses kapasiteli hoparlör bulunmaktadır. Özellikle antik İstanbul hudutları içerisinde, sık aralıklarla dizilmiş onlarca tarihi camimiz vardır. Bu camilerimizin sıklığı bazı dar alanlar içinde 4-5 camiyi bulabiliyor. Camilerimizin bütün minarelerinden, bütün hoparlörlerin, aynı anda, son hadde ayarlanmış ses düzenleri ile harekete geçmeleri, yerli olsun, yabancı olsun, çok insana ürküntü ve yorgunluk vermektedir.
Türkiye’nin değil, dünyanın sayılı tarihi ve turistik kentlerinden birisi olan, 405 yıl hilafet merkezliği yapmış İstanbul’a bu ürkütücü görünüm yakışmakta mıdır?
Yüksek volümlü hoparlör gürültüleri, ülkemizi ve kültür başkenti İstanbul’u tanımaya gelen turistler üzerinde, nahoş izlenimler bırakmıyor mudur acaba?
Son yıllarda, bazı ülkelerde, bazı Müslümanların terör unsuru olarak ilişkilendirildiği bir dönemde, hiç olmazsa biz Türkler olarak, Müslümanlığa yakışacak örnek davranış ve hareketler içinde olmamız, dinimizi tüm insanlığa sevdirme çabası içinde olmamız daha doğru bir etkinlik olmaz mıydı?
Sonuna kadar açılmış hoparlör seslerinin, özellikle küçük çocuklar, hastalar, yaşlılar ve turistler üzerinde olumlu izler bıraktığını söyleyebilir miyiz?
Diğer İslam ülkelerinde olmayan, yüksek volümle hoparlör bağırtma alışkanlığı, acaba nasıl bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır?
Sevgili okurlar, her türlü gürültünün serbestçe yapıldığı güzel ülkemizde, ülkemizi yaşanmaz ve çekilmez hale sokan kişi ve kurumlara karşı tepkisiz kalmayınız.
Tüm vatandaşlarımız, yasalar ve medeni kurallar çerçevesi içinde, toplum yararına, huzuruna ve mutluluğuna aykırı düşen, tüm olaylara karşı tepkilerini göstermelidirler.
Ancak, tepkimiz legal olmalı ve asla bir güç gösterisine ve anarşiye dönüşmemelidir.
Unutmayalım ki, özgür toplumlarda tepki göstermek, uygar, demokratik ve hukuki bir haktır.
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: