Gül, halı... Ve bir şehir... ISPARTA...
Korana virüs salgınıyla zorunlu olarak evlerimizde geçirdiğimiz şu günlerde, hayalini kurmaktan vazgeçemeyeceğimiz tatil için seçenekleri yazmanın sıkıntılarımızı azaltacağını düşündüm.
El birliği ile, sabırla kısa sürede aşacağımıza inandığım sıkıntılı günlerden sonra, güzel tatil günlerine kavuşacağımızı ve virüs krizinden kurtulan insanlarımızı dinlendirecek turizm sektörümüzü yoğun günler beklediğini belirtmek istiyorum.
Atatürk Parkı’ndaki güllerin yaydığı sıcaklığın, bizlere titreten soğuk havayı unutturduğu atmosferde, Isparta’nın bedesteni, camiileri, hamamı, çarşılarında, 2 saat geçirdim.
Isparta’ya ulaştığımızda, akşamın karanlığı çökmüş, yağmur yağıyordu, ama şehir ışıl ışıldı. Konaklayacağımız Öğretmen evine girerken soğuğun kendini iyice hissettirdiğini fark ettik. Tarihi taş binada sıcak bir atmosfer bulduk. Çocukluğumuzda silindir şeklindeki tenekelerde satılan gül reçellerini unutamadığım Isparta’dayım.
Akşam yemeğinden sonra, küçük bir keşif turu yapmak üzere, dışarı çıkıyorum.6 Mart Atatürk Caddesi üzerinde ışıl ışıl bir sokak dikkatimi çekiyor. Ak Fatma Sevük Sokağı burası. Yağmura rağmen, restoran, cafe ve dükkanların ışıklarıyla canlı ve cıvıl cıvıl... Bir süre alışveriş yapanların arasında yürüyüş yapıyorum ama yağmur şiddetini artırınca bir kafeteryaya girmek zorunda kalıyorum. Gençlerle dolu kafeteryada, ders çalışanlar, sohbet edenler,T v seyredenler var. Daha önceleri gezdiğim şehirlerde olduğu gibi, üniversite gençliğinin getirdiği canlılık ve değişimi Isparta’da da görüyorum. Bende, Isparta ile ilgili bilgi toplamak için internete başvurup dersime çalışmaya başlıyorum.
Gülü ve halısıyla ünlenen Isparta tarihinin, 1944 yılında Şevket Aziz Kansu tarafından Kapı İni Mağarasında yapılan çalışmalar sonucunda, bulunan eserler üst paleolitik döneme kadar gittiğini ortaya koyar. Isparta’nın bulunduğu Psidia bölgesine M.Ö. 2000’lerde Luvi ve Arzava toplulukları yerleşmiş, Hititler bölgeyi almak istemişlerse de alamamışlar. M.Ö. 1200'lerden itibaren de Frigler, Lidyalılar, Persler, Makedonyalılar egemen olmuş. M.Ö. 323’te Büyük İskender’in ölümünden sonra, Seleukoslar, Bergamalılar ve Romalılar bölgeye hakim olur. Roma İmparatorluğu döneminde gelişme gösteren Isparta ticaret merkezi olur ve Romalılardan sonra, Bizanslıların hakimiyetine giren bölge 1204 yılında Anadolu Selçuklu Devleti topraklarına katılmış. 1300 yılında Hamitoğulları Beyliği egemenliğine girmiş,1391 yılından sonra da Osmanlı topraklarına katılır. Romalılardan bu yana, Anadolu’daki önemli Pazar yerlerinden biri olan şehrin adının tam olarak nereden geldiği bilinmemekte ancak tarihte bereket anlamına gelen Barış adıyla anılmış, zamanla Sbarta, daha sonraları Isparta adını almış olduğu görüşü hakim.
Halı dokumacılığının 1958-1975 yılları arasında hızla yaygınlaştığı Isparta’da, gül yetiştiriciliği önemli bir gelir kaynağı olmuş. Gezgin İbn-i Batuta (1309-1396) kitabında gül suyu üretildiğini yazmış.1930’lu yıllara kadar köylülerce evlerde üretilen gül yağı,1936 yılında kurulan fabrikalarda üretmeye başlanmış.9 kooperatifi içine alan Gülbirlik kurulmuş. Isparta, özellilke parfüm imalatında kullanılan, dünya Gül yağının ihtiyacının % 65’ini karşılıyor olmasıyla 1.sırada yer alıyormuş. Günümüzde Keçiborlu’da temmuz ayında açıp Ağustos ortasına kadar süren lavanta çiçeklerinin bölgeye meraklılarını çekmesiyle, özellikle Antalya’dan çıkan turların uğrak yeri olduğunu, kış aylarında Davraz Dağı Kayak Merkezi ilginin büyük olduğunu öğreniyorum, kafeteryada yaptığım sohbetten.
Kahvaltıdan sonra şehir merkezine, Atatürk parkına doğru yola koyuluyorum. Öğretmenevinden birkaç bina sonra 2 katlı bir taş yapı bir bina dikkatimi çekiyor. Millet Kıraathanesi burası. Cam, seramik, dokuma gibi çeşitli kursların verildiği eski derslikler var. Giriş katında asılı meşhur gül desenli Isparta Halısını fotoğraflıyorum. İlk kez 1861 yılında 3 katlı ahşap olarak yapılan bina Rüşdiye Mektebi olmuş,1914 depreminden sonra 2 katlı, taştan inşaa edilmiş. Zaman içerisinde yapılan çeşitli değişiklilerle günümüze ulaşan bina, lise ve ortaokul ile 1974-76 yıllarında Belediye Binası olarak da hizmet vermiş.
Atatürk Pakına girdiğimizde, Aralık ayının soğuk gününde bile güller bizi karşılıyor. Fotoğraf çekiyorum. Atatürk Anıtında, Ataya gül ve halı sunanların heykeli de yer alıyor. Valilik binasının yer aldığı büyük alanda Ulu Camii ve çevresi ile Davraz Dağı’nın karla kaplı manzarası etkileyici. Isparta’nın en eski camisi olan Ulu Camii, I. Murad döneminde 1417 yılında yapılmış ve ordu komutanı Kutlu Bey’in adını almış. Deprem sonrası,1922 yılında yeniden inşaa edilmiş.
Güllerle bezeli alanda, Bedestenin yanında bir heykel dikkat çekiyor.1840-1915 yılları arasında yaşayan Gülcü İsmail Efendi’nin heykeli bu. Gül’ü, Bulgaristan’ın Kızanlık bölgesinden 1888 yılında getiren, Müftüzade İsmail Efendi, bugünkü Gülcü Mahallesi’ne dikmiş, Isparta’da gül yetiştiriciliği ve gül yağı üretiminin temelini atmış ve gül yağının pazarlaması için Avrupaya seyahatler yapmış.
Firdevs Bedesteni, Kanuni Süleyman döneminde 1561 yılında Mimar Sinan stilinde yapıldığı için Mimar Sinan Camiisi olarak bilinen, Firdevs Camiisine gelir sağlamak için yapılmış. Bedestanın içerisindeki dükkanlarda aranılan her şeyi bulmak mümkün.
Bedesten’in karşısındaki Mimar Sinan Camisi ve çevresini fotoğraflıyorum bir süre. Camii çevresi alışveriş imkanları sunan dükkanlar, kafeler ve lokantalarla dolu. Mimar sinan caddesinden Hastane Caddesine, tarihi hamama giderken kavşakta güller arasında bir heykel dikkatimi çekiyor. Ülkemiz politik yaşama damga vurmuş,9.Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in heykeli fötr şapkasıyla herkesi selamlıyor.
6 Mart Atatürk caddesi, Atatürk Parkı, İstasyon Caddesi ve Hastane Caddesinin civarını yeni şehrin merkezini oluşturduğunu gördüğüm, sokak lambaları gül biçiminde olan Isparta’dan ayrılırken, çocukluğumun lezzeti, gül reçelinden 2 kg’luk bir teneke alıyorum.
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: