Datça'da Bahar Tatili...

Tatil Yörem kavramı ile başlatılacak etkinliklerin yerinden sesler getirmesi dileğimi de kendim yerine getirmiş oldum.

Adil Çulhaoğlu Adil Çulhaoğlu 31/12/2019 23:40
Datça'da Bahar Tatili...

Adil Çulhaoğlu

Geçen yıl açtığım Tatil Yörem DATÇA Sergisi’nin  (http://www.turizmaktuel.com/haber/tatil-yorem-datca-fotograf-sergisi-ankara-da) ardından bu yıl sizlere yerinden izlenimlerle seslenmeye karar verdim.

Tatil Yörem kavramı ile başlatılacak etkinliklerin yerinden sesler getirmesi dileğimi de kendim yerine getirmiş oldum.

Ülkemizin her köşesinde doğanın uyanmasıyla, bin bir çeşit kokuların yayıldığı günlerde, Datça'da, baharı yaşamak üzere Ankara’dan yola çıkıp, Güney Ege'nin yeşillikler arasındaki kıvrımlı yollarında, kah deniz kah doğa manzarasıyla yolculuk ediyoruz. Sakar Geçidini aşıp Gökova’ya doğru inmeye başlayınca çam kokusu yanında denizin iyot kokusunu almaya başlıyoruz.

Balıkaşıran

Marmaris'ten sonra, Akdeniz ve Ege Deniz’İ arasında uzanan Datça Yarımadasını boydan boya kat eden yol tek şeride düşüyor. Gece yarısını geçen saatlerde yol alırken, araç trafiğinin azaldığını fark ediyorum. Bir zamanlar ülkemizde virajlı yoluyla gündeme sık sık gelen ve oldukça iyi tanınan Datça yolu genişletilerek, iyileştirmeler yapılmış. Yarımadanın en dar yeri Balıkaşıran mevkiini aşıp dağların en tepe yerine ulaşınca, tırmanmayı bırakıp, virajlardan süzüle süzüle aşağıya, sahile inmeye başlıyoruz. Knidosluların Pers saldırılarından korunmak için Balıkaşıran’da yarımadayı ada haline getirmek için uğraştıkları, kahinlerin tavsiyesi üzerine vazgeçtikleri aklıma geliyor. Kim bilir, buranın 800 metre daralmasının nedeni Knidosluların iki yakayı birleştirmek için yaptıkları kazı çalışmalarından olsa gerek.

Doğanın Kokuları

Arabanın camlarını açınca havanın ısındığını fark ediyoruz. Çam kokuları, denizin iyot kokusu, kekik papatya kokuları da iyice kendini hissettiriyor. Yarından tezi yok fotoğraf çekmek için koylar ve köyler arasında geziye çıkmaya karar veriyoruz.

Kahvaltıdan sonra, sahile iniyoruz. Masmavi deniz, insanın içini ısıtan güneş, sahile vuran suyun berraklığı insanı yüzmeye davet ediyor. Ama biz koyları ve köylere yapmaya karar verdiğimiz gezimizde kararlıyız.

Datça Pazarı

Önce, Datça şehir merkezinde Atatürk Caddesi’nde PTT’nin arkasındaki sokaklarda kurulan pazara dalıyoruz. Köylülerin sabah bahçeden ve tarladan toplayıp tezgahlara dizdikleri arasında neler yok ki. Domates, salatalık, patates, soğan, yeşil biber, taze fasulye ve bakla, kuşkonmaz, enginar, her türden yeşillikler ile altın sarısı yeni dünya, kokusuyla tezgâha davet eden çilek, portakal bir tarafta, diğer tarafta asılı sebze ve meyve kuruları, zeytin ve peynirin her türlüsü ve pazarın vazgeçilmezi tekstil ürünlerinin yarattığı atmosfer pazarı renk cümbüşüne döndürüyor.

Yıllar önce Belçika’nın Charleroi kentinde şehrin meydanı ile meydana açılan 9 caddesine trafik kapatılarak kurulan Pazarın yarattığı atmosferi aratmıyor Datça Pazarı. Ürünlerini satanların aynı zamanda diğer tezgahın müşterisi olduğunu fark ediyoruz.

Sokaktaki dükkanların, kafeteryaların sunduğu döner, tost, börek çörek gibi yiyecek içeceklerin yaydığı kokular ile birlikte Pazar bir buluşma yeri olmuş aynı zamanda.

Dörtbin Yıllık Tarih

Arabaya atlayıp Emecik Köyü’ne doğru yola çıkıyoruz. Gecenin karanlığında göremediğimiz doğayı bir tarafımıza, bir diğer tarafımıza masmavi denize alarak başladığımız gezinin ilk durağı Sarı Limana bakan Appollon tapınağının bulunduğu ören yeri oluyor. M.Ö.7.yy da Dorlar zamanından kalma Tapınak kalıntısı ile Erken Bizans dönemi kalıntıları kazılarda ortaya çıkarılmış.

Datça yarımadasındaki buluntuların tarihi M.Ö. 2000’lere kadar uzanıyor. İlk yerli halk Karlar ama M.Ö 1000 li yıllarda Trakya’dan gelen Dorlar bölgeye hakim olmuşlar, şehir merkezine 1.5 km uzaklıktaki Burgaz mevkiinde Knidos’u kurarak merkezleri yapmışlar. Perslerin Lidya’yı ele geçirmeleriyle Knidos’ta Perslerin egemenliği altına girmiş. M.Ö 4. yüzyılda Tekir burnuna şehir taşınmış, günümüze ulaşan yapılar, Romalılar, Dorlar, Bizanslar dönemlerinde yapılan çok sayıda tapınak, kilise ve ticari ve sivil yapıları oluşturuyor.

Bilginlerin Kenti Knidos

Nüfusu 70 bini bulan şehirde, güneş saatinin mucidi astronomi bilgini Eudoksus dünyanın yedi harikasından biri, İskenderiye Feneri mimarı Sostratos, öğrencileriyle zamanın ikinci büyük tıp okulunu Knidos’ta kuran Euryphon Knidos’ta yaşamışlar. Çıplak Afrodit heykeliyle ünlenen ve her iki limanının yarattığı ticaretten zenginleşen Knidos, Bizanslıların son döneminde korsan saldırıları sonucu güçsüzleşerek, terk edilmiş, 13.yüzyılda Menteşeoğulları Beyliğine bağlanmış. 15.yüzyılda ise Osmanlı İmparatorluğu’na katılmış. Osmanlı döneminde Reşadiye adını almışsa da, Cumhuriyet ile birlikte ‘Datça adını almış

Knidoslular ve hüküm sürdüğü Datça Yarımadasının tarihini Appollon Tapınak alanı ile aşağısındaki Sarı Liman Mevkiinde adeta yaşadıktan sonra,  papatya ve gelincik, kekikle bezenmiş yeşil doğanın bulunduğu Alavara koyuna doğru yolumuza devam ediyoruz. Çam ağaçları arasında yer yer arı kovanlarına rastlıyoruz. Koya ulaştığımızda nefis bir gelincik ve papatya tarlası bizi bekliyordu. Badem ve portakal bahçeleri arasında fotoğraf çekiyorum. Mor çiçekli karabaş otu da tüm güzelliğiyle kendini gösteriyor.

Köylerin Arasından Dönüş

Dönüş yolunda, Kurucabük, Aktur Sitesinin bulunduğu Çiftlik koyunu tepeden gören noktada denizin sessizliğini seyre dalıyoruz bir süre. Aşağıda maviyle yeşilin buluştuğunu görüyoruz. Emecik köyüne sapıp, eski taş kaplama yolun izine rastlıyoruz. Restore edilen avlulu, bahçeli taş evlerin arttığını fark ediyorum. Karaincir Koyunda kahve içmek isteğimizi işletmelerin hazırlık aşamasında olması nedeniyle gerçekleştiremiyoruz ama paçalarımızı sıvayıp kumsalda yürüyüş yapıp denize girmiş oluyoruz. Hiç de soğuk değilmiş mevsime göre diyorum, ama yüzmeye hazır hissedemiyorum kendimi.

Bodrum’a feribotun kalktığı Karaköy sahillerine uğramadan edemiyoruz. Seferler henüz başlamamış. Yapımı devam eden marina inşaatı nedeniyle yol güzergahı dağ yamacına alınmış..  Denizde türkuaz ve mavinin Karaköy sahilinde buluşmasına tanık oluyoruz. Arabayı durduruyorum Rüzgardan bu doğa olayını güçlükle fotoğraflayabiliyorum.

Datça’da yetiştirdikleri domatesleri ve Yel değirmenleriyle bilinen Kızlan Köyünün içinden geçiyoruz.  Gereme koyuna giden toprak yolda rastladığımız sığır sürüsünü görünce durup bekliyorum geçmelerini. İneklerin bol sütle geldikleri çok ağır ilerlemelerinden kendini belli ediyordu.

Çam ağaçlarıyla kaplı Gereme koyunda denizin üzerinde Kos adasına doğru güneşin muhteşem batışına yetişiyor. sarıdan kırmızıya doğru bir renk cümbüşünü hayranlıkla izliyoruz.

Koydan köye dönüşte sıcaklığını koruyan taze sağılmış süt alıyoruz, yolda karşılaştığımız çiftlik sahibinden. Baharın renklerini yaşadığımız gezimizi noktalayıp eve dönerken, bir sonraki gezimizi 30 km uzaklıktaki Knidos Örenyerine Yazı, Yaka, Cumalı ve Mesudiye köylerine Palamutbükü, Ova Bükü, Haytbükü ve Kızılbükün bulunduğu Datça yarımadasının batısına, en uç noktasına planlıyoruz. 

 

 

 


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Tüm güncellemelerden e-posta yoluyla haberdar olun.