Bayramda anıların peşinden koşmak…
Kadirli’de Kurban Bayramını geçirdiğimiz günlerde, baba dostumuz Ali Onan’ı ziyaret ettiğimde, ailecek beraber anılarla dolu günleri geçirdiğimiz yerleri görmek için Bahçe ve Düziçi’ne gitmeye karar veriyoruz.
Gezimize bahçede doğan kardeşim Tamer de katılınca, üç kişi Karatepe Aslantaş Barajından Ceyhan nehrini geçerek ilk durağımız, Düziçi’nin Oluklu Çunur köyü oluyor. Ali Abi inşaatını yaptıkları okulu görünce anıları tazeleniyor. ’Babanız Hacı, müteahhidimizdi, ihaleyi aldığı köylerde ekip olarak ilkokulların inşaatını yapıyorduk’ diyor.
İnşaat kalıplarından sökülen çivileri bir kütük üzerinde keserle doğrultma işini babamın bana verdiğini hatırlıyorum. Okulun fotoğrafını çekiyorum. Tamer ‘ben bebektim o zamanlar’ diyor, ben köyün çeşmesini hatırladığımı söylüyorum.’ Köyün kadınları, koyun ve keçi derisinden yapılma tulukla ya da helkeyle evlere su taşırdı, çamaşır yıkamaya da dere kenarına gidilirdi’ diyorum. Çeşmenin yerine su deposu yapılmış.
Kirada oturduğumuz çatısı çinkodan yapılmış evde yağmurun gürültüsünden korkar uyuyamazdık, annem çinkodaki deliklerden yağmur suyunun damladığı yere kovalar koyardı. Evimizi Ali Abinin hafızasıyla, sora sora buluyoruz, ama yıkıntılarıyla karşılaşıyoruz. Sadece karşımızdaki küçük taş ev ayaktaydı. İlk kez ata bindiğim, tellemeyi tattığım aklıma geliyor. Ev sahibinin oğlu keçileri dağlara götürürdü.
Bir gün ben de peşine takılmış, hayvanların otladığı yamaçlarda sohbet etmiştik. Karnımız acıkınca bir keçiyi sağmış, incir ağacının altına koyduğu tasın içine de incir yaprağından sızan sütle karışıp koyulaşınca azık torbasından çıkardığımız ekmekle karnımızı doyurmuştuk. Tadı yoğurttan biraz daha tatlı olduğunu hatırladığım yemeğimizin adı telleme idi. Dağın arkasından Ceyhan nehrini görünce sanki Kadirli hasretimi gidermiştim.
1967 yılında köyün muhtarı ve bakkalının evini bilen bir genç ile yola çıkıyoruz. Oluklu Çunurlu Genç asfalt bitince, ’buradan yürüyelim, yol biraz bozuk’ diyor. Ali Abinin yürüme problemi olduğu için her yere arabayla ediyoruz… Muhtar babamı ve ailemizi çok iyi hatırladığını söylüyor. Ali Abi ile muhtar anılar tazeliyor, Tamer ile biz de babamın anılarını dinliyorduk. Bizim o zamanki bakkalımız, Muhtar ile fotoğraf çektiriyoruz.
Ali Abinin rehberliğinde Böcekli, yeni adıyla Altan köyüne doğru giderken bir evin önünde duruyoruz. Adil Öztürk, Okul inşaatında iki buçuk lira gündelikle çalıştığını anlatıyor, yaptığımız sohbette. Bir kadın bize Türk kahvesi getiriyor, sessizce. Erzin’de çalışan oğlu İbrahim, kahve yapıp getiren karısının Suriyeli olduğunu söylüyor. ’Köyde münasip biri çıkmadı karşıma, ben de Suriyeli bu hanımla evlendim, Türkçesi az ama anlaşıyoruz ‘diye açıklıyor.
Ardından, Ali Abinin oturduğu evi, dostlarından hayatta olanlar ile çocukları hakkında sohbetler yaptıktan sonra Düziçi’ne doğru yola koyuluyoruz. Yol boyunca Ali Abi o yıllardaki yaşamı anlatıyor. ’Bahçe’den Oluklu Çunur’a geldiğimde yeni boşanmıştım, bekardım, bir kıza vurulmuştum, kırmızı kolçağı vardı, istedim vermemişlerdi’ diyor. Yol boyunca köyler ve mahallerdeki değişikliklerden hayrete düşüyordu.
‘Düziçi ne kadar büyümüş’ diyordu, Düziçi’nin merkezine girerken. Şehir merkezinde arabayla bir süre geziyoruz. Öğle yemeği için lokanta bakıyoruz. Bayram nedeniyle çoğu lokantalar kapalıydı, ancak açık bulduğumuz küçük lokantada kahvaltı bulabiliyoruz. Üstelik zengin bir kahvaltıydı, köy tereyağı, peyniri, balı ve zeytini ile enfes bir kahvaltı masasıydı, bizim için.
Kahvaltı sonrası bir sonraki anlarımızın geçtiği, Tamer’in doğduğu Bahçe’ye doğru yola çıkıyoruz. Tamer arabayı kullanırken ben Anıları anlatma sırası bende diyorum. Geçtiğimiz yıl kasım ayında Kahramanmaraş’a yaptığım yolculukta, Bahçe’ye uğradığımı, oturduğumuz evi, ilkokul 2.sınıfa gittiğim okulu aradığımı, fotoğraf çektiğimi anlatıyorum Ali Abiye. ’Bir dere kenarının yamacında iki katlı ahşap bir evden okula, Ablam Adile ile, ’Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa…Marşını söyleyerek okula gittiğimizi’ anlatıyorum.
Babamın Adana’dan trenle gelişini beklerdik, yolculuğunu anlatırdı bize diyorum. Çektiğim fotoğrafları Ali Abi’ye gösteriyorum. Fotoğraf kareleri arasında tek ahşap binayı görünce ’İşte bu evde beraber oturmuştuk’ diyor. Tamer, ilk park yerine giriyor ve fotoğrafa bakıyor. Doğduğu evi görme heyecanı artıyor. Tesadüfen çektiğim karenin oturduğumuz ev oluşuna şaşırıyorum.
Adana- Gaziantep yolundan Bahçe’ye girdiğimizde, Ali Abi ‘Bahçe yola inmiş’ diyor. Bahçe tren istasyonunun şehir dışında olduğunu, yolun çok uzak olduğunu ben de hatırlıyorum’ diyorum. Demiryolu köprüsünü geçince, Tamer ‘önce evi görelim’ diyor. Fotoğrafı çektiğim yeri tarif ediyorum. Ama evi bulamıyoruz.
Ben arka koltukta oturduğum için belki göremedim deyip, arabayı kullanmaya başlıyorum. Fotoğraf çektiğim her yere gidiyoruz ama fotoğraftaki evi bulamadan Belediye binasının olduğu meydana dönüyorum. Çay bahçesinde, bir Belediye çalışanına evi sorunca, depremde yıkılan binalardan birinin o bina olduğunu söylüyor. Bizi hüzün basıyor.
Tamer, ‘yıkılmış da olsa gidip görelim doğduğum evi’ diyor. Dere kenarında yıkılmış evin enkaz yığını önünde Tamer’in fotoğrafını çektikten sonra, Osmaniye üzerinden Kadirli’ye doğru yola çıkıyoruz. Uzun bir süre arabada sessizlik hakim oluyor, motor sesi duyuluyor sadece. Osmaniye’ye girdiğimizde, ilkokul 3. sınıfı okuduğum günler aklıma geliyor. Anlatıyorum hatırladıklarımı. Osmaniye’de simit satmıştım’ diyerek sessizliği bozuyorum. Öğretmenim görünce kaçmaya çalışmış ama görmüştü beni, çağırdı, ‘utanma oğlum,’ deyip bir simit satın almıştı benden.
Kadirli’nin ışıkları görününce, anılarımızdan sıyrılmaya çalıştık bir süre. Sanki herkes kendi anılarına dalmanın mutluluğunu yaşar gibiydi.
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: