Adana Yollarında…
Ülkemizin en batısından doğusuna, boydan boya uzanan E-5 karayolu ile Bağdat ve Hicaz demiryolunun kavşak noktasında, Torosların eteklerinde, Seyhan nehri uçsuz bucaksız Çukurova’nın en büyük şehri Adana’yı adeta ikiye ayırıp yoluna devam ederken, bir öğleden sonra gezmek için dostum gezgin Ünal Fidanoğlu ile buluşup, gardan çıkıyoruz.
İlk kez 1886 yılında Fransız şirketi Mersin, Tarsus-Adana (MTA) tarafından inşaa edilmiş Adana Garı. 1906 yılında Bağdat Demiryolunu inşa eden şirket tarafından satın alınmış,1912 yılında da bugünkü bina inşa edilmiş,1929 yılında kamulaştırılmış ve Devlet Demiryollarına geçmiş.
Garın tarihi binasından çıkarak, Ziya Paşa Bulvarına giriyoruz. Narenciye ağaçlarıyla dolu bulvarın orta refüjü, kaldırımı, her yeri. Sanki portakal bahçesi. Aralık ayında turunç meyveleriyle dolu. İsteyen toplayıp reçel yapıyor, meyveler ağaçtayken çiçek açıyor diyor, rehberim Ünal Fidanoğlu. Ağaçlarla kaplı bulvarda fotoğraf çekiyorum ama derinlemesine çekemiyorum bir türlü…
Ziya Paşa Bulvarı 1930 yılında Herman Jansen tarafından, şehir planında istasyondan Atatürk parkına kadar yaya yolu olarak tasarlanmış. Yeni Camiye kadar olan kısmı 1960’lı yıllarda tamamlanmış. 1878-1880 yılları arasında Adana’da Valilik yapmış Ziya Paşa’nın adını verdiği yer bugün kafe, restoran, alışveriş merkezi olmuş. Türkiye’nin ilk bulvarlarından biri.
Bulvardan yürüyerek, Atatürk Parkına geliyoruz. Park şehrin ortasında yeşil bir vaha adeta. Parkın girişindeki levhada, sahip olduğu fauna ve flora ile ilgili bilgi verilmiş. Atatürk Caddesi ile Ziya Paşa Caddesi arasına yayılan parkta, Ziya Paşanın heykeli var. Parkta, Adana’yı gezenlerin, alışverişe çıkanların nefes alıp dinlendiğini içindeki insan yoğunluğundan anlıyorum. Park çeşitli organizasyonlara ev sahipliği de yapıyor yıl boyunca.
Kuru köprüye geldiğimizde Adana’nın eski yapılarının çoğaldığını fark ediyorum. Sahafların, antikacıların çoğunlukta olduğu sokakta tarihi havayı solumaya başlıyorum. Bebekli Kilise, Kuru Köprü Anıt Müzesi haline getirilmiş. Bahçesinde geleneksel Adana lezzetlerinin sunulduğu kafeteryada çay molası veriyoruz.
Bu arada, Adana’nın tarihçesi hakkında bilgilere göz atıyor, internette geziyorum. Konya ve Kayseri’den kuzeyden gelip Torosların tek geçit verdiği Gülek Boğazını aşarak Adana’ya ulaşan yol, Kargamış’tan Amanos Dağlarını aşıp Anavarza ve Yılankale, Misis üzerinden Adana’ya ulaşan yol ve Hititler döneminde Kayseri’den Han yeri, Tufanbeyli, Saimbeyli, Feke, Kozan ve Adana’dan Yumurtalık’a uzanan yol olmak üzere Adana’nın üzerinden geçen üç antik yol var. Tarih boyunca yolları kullananlar ile yerleşik çok çeşitli medeniyete mensup insanların bıraktığı kültürel mirasın bulunduğu bölgenin kenti Adana. Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin deltada, ovada geniş kıvrımlar yaparak Akdeniz’e dökülen Seyhan (Saroz)nehrinin kıyısında kurulmuş. Adana adı, yunan mitolojisine göre Gök tanrısı Uranüs’ün oğlu Adanus’tan geliyormuş.
Adana merkezindeki Tepebağ höyüğü, insanlığın yerleşik hayata geçtiği M.Ö. 6000’ li yıllara, neolitik döneme kadar giden elverişli coğrafi konumu sayesinde, Hititlerden Osmanlı’ya ondan fazla farklı siyasi yapıyı taşıyan medeniyetin beşiği olmuş.
İsmi ilk kez M.Ö l650 yıllarına ait Boğazköy’de bulunan bir metinde ‘Uru Adania’ olarak karşımıza çıkan şehir, Velican tepesindeymiş. Frigler, Asurlar, Kilikya Krallığı, Pers Satraplığından sonra, Helenistik dönemini yaşamış. Ardından Selökidler, Bizanslılar, Abbasi ve Emeviler, Ermeni Krallığı, Mısır Türk Memlukluları dönemlerinden sonra Ramazan oğulları bölgeye hakim olmuş. Osmanlılar dönemindeki 1. Dünya savaşı sonrasında Fransızlar tarafından işgal edilmiş, şehri terk edip dağlara çekilen Adanalılar işgale karşı mücadele etmişler, Kurtuluş Savaşı sonunda 5 Ocak 1922'de Adana işgalden kurtarılmıştır.
Romalılar döneminde Dağlık Kilikyanın Başkenti Tarsus’un gölgesinde kalmış, bu durumu Osmanlılar dönemine kadar sürmüş, Adana’nın. Günümüzde ise Avrupa’dan Asya’ya uzanan kara ve demiryolunun kavşak noktasında dokuma, çimento gibi sanayii, pamuk, buğday ve narenciye gibi tarım ürünleriyle gelişen Adana, Çukurova’nın en büyük kenti olmakla kalmamış, aynı zamanda ülkemizin 4. Büyük kenti sıralamasında yerini almış.
Çay molasından sonra yeniden Adana gezimiz için yola çıkıyoruz, Küçük Saate doğru. 1724 tarihini taşıyan Yeni Camii ve etkileyici mimarisi ve çevresinin fotoğrafını çektikten sonra, Küçük Saat olarak bilinen, Adana’nın Kurtuluş Günü 5 Ocak adını alan meydana geliyoruz. 1925 yılında İş Bankası tasarrufu teşvik etmek için başlattığı kampanyada kumbara şeklinde saat yerleştirmiş, ülke çapında. O dönemde yerleştirilen saatlerden sadece Adana’daki ayakta kalmış. Meydana 7 cadde açılıyor. Saydam, Ali Münif, Abidinpaşa, Çakmak, Özler, Kızılay, Obalar adlı caddelerin birleştiği meydan, ama trafik rahat akıyor. Adana’nın en hareketli Meydanı burası diyor Ünal.
Meydandaki, Kemeraltı Cami,1548 yılında Ramazanoğlu Piri Paşa tarafından yaptırılmış. Adana Kalesinin Tarsus kapısındaki kemere bitişik inşa edildiğinden halk arasında Kemeraltı adı verilmiş. Tek Şerefeli minaresi, kiremitle kaplı küçük kubbesi son cemaat yerini örtüyor.
Abidinpaşa caddesine giriyoruz. Doktor muayenehanelerinin çokluğu nedeniyle ‘Doktorlar Caddesi’ olarak da adlandırıldığını hatırlıyorum. Caddede yürürken bir yandan sağa sola açılan daracık sokaklardaki, ’Biz ayaktayız’ zamana ve bakımsızlığa direnen Adana’nın eski konaklarını fotoğraflarken, Doktorlar Caddesindeki muayenehane anılarıma gitmeden edemiyorum. Bir Kulak Burun Boğaz Doktorunun 15 yaşındayken bana geniz eti ve sonrasında kemik kırma operasyonuyla yıldızları saydırdığını hatırlıyorum. Burnumun direğinin sızladığını hissedince, adımlarımı hızlandırıp Abidin Paşa caddesinden koşarcasına çıkmak istiyorum.
Caddenin sonunda, Seyhan nehrinin üzerindeki tarihi Taş Köprü karşımıza çıkıyor. Roma İmparatoru Hadrian döneminde yapılan 21 kemerli ve bir Taç kapısı varmış. Bugün 14 kemeri ayakta olan köprünün 7 kemeri ile taç kapısı caddenin altında kalmış. Yıllar önce akan araç trafiği nedeniyle çekemediğim Seyhan nehri ve köprü fotoğrafını yine çekemiyorum. Uzunluğu 310 metre olan Köprü araç trafiğine kapatılmış ama, bu kez baraj kapaklarının kapatılmasıyla Seyhan nehrinde dolu dolu akan suyun olmadığını görüyorum. Bana, köprü altında, nehir yatağında oluşan göletlerde balık tutanları, uçuşan kuşları köprüyü fotoğraflamak kalıyor. Seyhan nehri kıyısı uzun bir park haline getirilmiş, yürüyüş yolları yapılmış, yeşillikler arasında Ortadoğu’nun en görkemli camisi bütün ihtişamıyla kendini gösteriyor.
Eskiden Nehir kenarında olan, ancak günümüzde Seyhan Caddesinin karşı tarafında kalan, Romalılardan bu yana kesintisiz kullanılagelen, tarihi Nehir Hamamının görkemli yapısı önüne geliyoruz. Suyunu nehirden aldığı için Nehir adı almış olan Hamama Gelin Hamamı da deniliyormuş. Hamam erkekler ve kadınlara farklı saatlerde hizmet vermeye devam ediyor.
Büyük Saat’e doğru yöneliyoruz. Yolumuza ilginç bir Müze çıkıyor. Tıp ve Diş Hekimliği Müzesinin bulunduğu tarihi binayı fotoğraflarken girişte ’sağlık ağızda başlar ’sloganını görünce çürük dişlerim aklıma geliyor. Tuz Hanına geliyoruz, Adana’nın eski konağının önündeyiz. Ramazanoğlu Halil Bey tarafından 1495 yılında saray olarak yaptırılmış, Beyliğin yönetim yeri imiş. Tuz satıldığı için bu adla anılan Han sarayın parçasıymış. Hamam ve mescit de ayakta kalan yapılardan. Han, cafe, hediyelik eşya dükkanları ile sanat atölyelerinin olduğu çarşı haline gelmiş.
Külliyenin bahçesinde, çay ve tostu ile meşhur olan cafelerin birinde biz de mola veriyoruz. Bahçede nar suyu, portakal suyu, şalgama kadar Adana lezzetlerinin bulunduğu küçük büfeler tarihi atmosferin yanında lezzet dünyası yaşatıyor bize.
Saat kulesinin sesini duyuyoruz. Yıllar sonra karşımda Büyük Saat Kulesi…Türkiye’nin 32 metre yüksekliğinde,110 merdivenle çıkılabilen prizma şeklinde kesme taştan 1882 yılında Abidinpaşa döneminde yapılmış. Fransız işgali sırasında saat bölümü hasar görmüş, 1925 yılında onarılmış. Saatin sesi Adana’nın birçok yerinde duyuluyormuş.
Adana’nın en önemli tarihi yapısı 1541 tarihli Ramazan Oğulları döneminden kalma Ulu Camii, 1529 tarihli Çarşı hamamı,16 yüzyıldan kalma Bedesteni Büyük Saat civarında yer alıyor. Bakırcılar başta olmak üzere her şeyin satıldığı dükkanları, sanat atölyeleri, cafeler, sanat evleri, küçük galerileri ile tarihi atmosferini yaşatan, Büyük Saat meydanı.
Adana’nın tarihi tren garından, Büyük Saat meydanına kadarki yol boyunca bilgilendirme levhaları yerleştirilmiş olan kültür güzergahı boyunca, yaptığımız geziyi, kısa kış gününde Büyük Saat Meydanında hava kararınca sonlandırıyoruz. Artık Adana’nın lezzet dünyasına yolculuğuna çıkabiliriz deyip, Kuru Köprü’ye doğru yola koyuluyoruz.
Adana’nın vazgeçilmezi, Adana’nın şalgamı eşliğinde, bol yeşillikli salatasıyla Adana kebabını tadarken 4 saat yürümenin yorgunluğunu atarak, bir sonraki Adana gezimizin planlamalarını konuşmaya başlıyoruz.
Almanların Hicaz demiryolu için kurdukları Belemedik Şantiye Köyünün tünel ve köprülerden oluşan demiryolu mimarisinin emsalsiz eserleri arasında sayılan yapıları, yeni binasına taşınan Adana Müzesi, Tepebağ gibi yerleri bir sonraki gezimize bırakıyoruz…
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: