73. YIL KUTLAMALARININ ARDINDAN KÖY ENSTİTÜLERİ ve HASANOĞLAN
Hüzün,İç burukluğu, hayal kırıklığı ve çokça da “Neden? Neden ? Olamaz!?..”kahırlarıyla okulumuzu gezdik.O güzelim iş atölyeleri,Konservatuvar görünümlü, donanımlı müzik salonu,sinema ve tiyatro binası ,laboratuvar (ŞATO), yemekhane, matbaa, lokal ,park, spor alanlarının yerinde yeller esiyordu. Kapatılmış, yıkılmaya terk edilmiş vaziyetteydiler. İçimiz çok acıdı! Koca bir eğitim kurumuna kıyılmıştı adeta.
Mustafa Kemal ATATÜRK, henüz Kurtuluş Savaşı sürerken;İktisat Kongresinin ardından “Eğitim ve Öğretmenler Kongresi’ni “toplamıştı. Cephedeki savaş bitince; e
sas cehaletle savaşarak ülkeyi aydınlatmaya kararlıydı.
Cumhuriyet tarihimizin gururla yadedilen projelerinin başında”Köy Enstitüleri “gelir.Bize özgü, bizim ihtiyaçlarımızı , ulusumuzun geleceğini esas alarak 17 Nisan 1940’da kurulmuştur.
Hasan Ali YÜCEL, TBMM’nde Köy Enstitüleri Yasası görüşülürken ifade ettiği “Köy Enstitü ilkesi, bu pratik ilke tamamiyle bizimdir. Taklit değildir. Türkçe buluştur .Benzersizdir. Çünkü millet sevgisi gibi bir kaynaktan ilhamını almıştır. Pedagoji kitapları yazmaz, klasik pedagoji bilmez. Bilmezler, çünkü bir eğitim kuramı değil ulusal bir kalkınmanın temel ilkesidir ve onun gerçekleşmesi, hayata geçmesi atılımıdır.” Bu enstitü tanımı 73.yılında da adeta doğrulanıyor.
Köy Enstitüleri ulusal kalkınmayı temel almış.üreten,akıl ve bilimi klavuz edinen,kültürün gelişmesini amaçlamış, bu nedenle uluslar arası saygınlık kazanarak UNESCO’nun örnek eğitim kurumu seçilmiştir.
Köy Enstitüleri; kurtuluş ve bağımsızlık savaşımızı tamamlayacak olan aydınlatma ateşini en ücra köylerde yakmaya odaklanmış eğitim ve öğretim kurumlarıdır. Kimseye yük olmadan, minnet etmeden, dersliğini, işliğini ,barınağını, hamamını ,yemekhanesini kendi yapan-onaran. Suyollarını döşeyen, ışığını kendi yakan devletin yetiştiremediği beslenme ürünlerini kendi yetiştiren kurumlardı. Beyin gücünü bilek gücüyle bütünleştirerek üreten, işe dayalı eğitim ocaklarıydı. Üretmeden tüketme düşünülmezdi.
MEB. Hasan Ali YÜCEL ve plancısı-programcısı İsmail Hakkı TONGUÇ , Köy Enstitülerine ilişkin önerilerini ATATÜRK’e götürürler.Tartışıp,fikir alışverişinde bulunurlar.”Hiç vakit kaybetmeden işe koyulmaları” direktifini verir. Köy köy dolaşarak ilkokulu bitirmiş kız ve erkek çocuklarını, yatılı olarak; yurdun dört bir tarafına ,dengeli şekilde dağılmış, çoban ateşi gibi ışıldayan okullara kaydederler.Düşünebiliyor musunuz; ilkokuldan sonra on-onbir yaşında, ailesinden- köyünden ayrılmış,akranlarıyla ,öğretmenlerinin gözetiminde, kendi sorumluluklarınla baş başa kalmışsın.Yatağını düzeltmeyi, üst-baş temizliğini, ütü-kola yapmayı, dikiş dikmeyi, ödevlerini yapmayı, kitap-defter ve çantanı düzenlemeyi….öğreniyorsun.
Günde ;biri sabah erkenden, kahvaltıdan –dersten önce olmak üzere, diğerleri akşam yemeğinden önce ve sonra üç kez etüd yapılırdı. Nöbetçi öğretmenler ve eğitim bilimleri öğretmenlerinin nezaretinde. Etüd aralarında; mandolin birliği eşliğinde koro çalışmaları-folklor oyunları ,halaylar hep birlikte oynanır , sinema-tiyatro birlikte izlenirdi. Başkente yakın olmanın avantajıyla ,dünyaca ünlü sanatçılarımız Suna KAN, İdil BİRET, Ayla ERDURAN..sık sık konser verirler “Klasik Batı Müziği’ni”sevdirmeye çalışırlardı. Her hafta sonu ,Devlet Tiyatrolarının oyunlarını,Opera ve Bale’de oynanan eserleri izlemek için tek vasıtamız olan “magirus”marka otobüsümüzle Ankara’ya gelirdik. Üstümüzü başımız devlet veriyor,karnımızı doyuruyor biz de harçlıklarımızla ruhumuzu beslemek için kültür ve sanatla yoğrulmaya çalışıyorduk. En iyi yetişmiş öğretmenler bu okullarda görev yapıyordu.Türkçeyi onlardan tüm incelikleriyle öğreniyorduk. Aylık-yıllık dergilere abone olur , başta “Varlık Yayınları” olmak üzere kitap isterdik. Hala kütüphanemde yerlerini koruyorlar. Edebiyat öğretmenlerimiz her yıl öğrencilerle “Tiyatro eseri”çalışarak sahneye koyarlar; yıl sonunda komşu il ve ilçelerde gösterilerini sunarlardı.
İnsan aklının özgürleşmesini, birey olmayı, sorumlu yurttaş olmayı ilke edinmiş, vatan sathına dağılmış 21 Köy Enstitüsü, kısa zamanda aydınlanmayı, akıl ve bilimi rehber edinen, yurt sevgisiyle, hizmet aşkıyla dolu gençler yetiştirdi. Her koşulda çalışarak görev yapmak en büyük idealleriydi. Türk bayrağının dalgalandığı her yerde yapmaya hazır bir ruhla yetişiyorlardı. Bilgiye dayalı eğitim ile iş eğitimi birlikte yürütülüyordu. Türkçe -Matematik-Fizik- Kimya- Biyoloji- Tarih-Coğrafya dersleri dışında;marangozluk- duvarcılık- demircilik- tarım- sağlık..gibi işlerin yanında;müzik - resim- yontu- tiyatro -folklor çalışması- sanatsal yaratıcılık alanında da eğitim alınıyordu. Herkes kendi hayatının heykelini yapıyordu bir bakıma. Eğitim, tıpkı hayatın içindeki gibi karmaydı. Okul yaşamı öğrenci- öğretmen ve yöneticilerle içi içe dayanışma halindeydi. Yemekhanede birlikte yerken ;adab-ı muaşeret kurallarını, israf etmemeyi, başkasının hakkına riayet etmeyi, her an yaparak- yaşayarak öğreniyorduk.
Köy Enstitülerinin birinci gayesi”Öğretmen Yetiştirme’dir”.Ülkesinin sorunlarını bilen, öğretmenlik mesleğinin donanımına sahip, öğrendiği bilgiyi uygulayabilen, toplumsal konulara duyarlı, hayatını mesleğine adamış, nitelikli … öğretmenler yetiştiriyordu. Kendi gerçeğimiz olan Köy Enstitülerinin deneyiminden, günümüz öğretmen yetiştirme uygulamalarına kazanımlarımızı aktarabilmeliyiz.
Bu okullar üreterek,çalışarak,alınterini silerek özgürleşiyor;bilimin-aklın ve bilginin yol göstericiliğinde;eşit,özgür bir ortamda, yaratıcı yeteneklerini geliştirme olanağı buluyorlardı,Çağımızda öğrencinin üreterek-yaratarak özgürleşerek eğitim almasına her zamankinden daha çok ihtiyaç var.Bu uygulamalı eğitim; incelenip- araştırılarak günümüz bilgi çağının koşullarında, eğitimle ilgili tüm kurumlarda uygulanmasına çaba sarfedilmeli.
Kuruluşunun 73. yılında, tamamen kapatılışının 59. yılına rağmen “Köy Enstitüleri Ruhu” yüreklerde, gönüllerde,beyinlerde hala izlerini taşıyor. Adaletten,eşitlikten,üretmekten,akıldan,bilimden,iyiden,güzelden,kitaptan,kadından,tutumluluktan,doğadan…yana algı yaratıyor.Her “-Ah!..”çekişte”-Şayet yaşatılabilseydi,bugünlere erişebilseydi;ne işsizlik sorunumuz olur (herkesin işi-mesleği olacaktı),Borcumuz olmayacaktı(üretmeden tüketilmeyecekti), göçlerle şehirler köyleşmeyecek.yerinde üreten mutlu insanlar olacaktı..Gelişmiş ülkelerden geri kalır yanımız olmayacaktı.
RAHATI KAÇAN AĞAÇ
Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın
Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi, rüzgarı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı.
Ona bir kitap vereceğim
Rahatının kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit görün
Melih Cevdet ANDAY
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: